Beyefendinin nasıl bir tarzı var, ben
anlayamıyorum. Onun filmlerinde çok alakasız ve gereksiz sahneler
varmış gibi gelir, ama sıkılmazsınız. Çok konuşma vardır,
ama hepsini can kulağıyla dinlersiniz. Görsel efektler azdır. Ama
baştan aşağı görsel efekt gibi görünür. Adamın filmlerini
bir kategoriye bile koyamazsınız. Mesela “Ucuz Roman” (Pulp
Fiction), ne gerilimdir, ne aksiyondur, ne komedidir...
İşte 2009 yapımı “Inglorious
Bastards” (Soysuzlar Çetesi) da Tarantino'nun en aykırı
filmlerinden biri. Savaş filmi desem, bir tane savaş sahnesi yok.
Aksiyon filmi desem, kovalamaca yok, dedektif yok, polis yok, suçlu
yok. Üstelik film Birkaç koldan ilerliyor ama “öf birleşsin
artık şu hikayeler” dediğiniz bir an bile yok.
İyisi mi ben size filmi anlatayım,
siz kendi kafanızda kendiniz kategorize edin. Film, bir grup
Nazi askerinin bir çiftçi evine yaptığı tatsız ziyaretiyle
başlar. Çünkü o evde Yahudi bir ailenin saklandığı tahmin
edilmektedir. Nazi subayı Colonel, türlü ayak oyunlarıyla ev
sahibini konuşturur ve ahşap zemin altındaki Yahudi aileyi kurşun
yağmuruna boğar. Ancak ailenin küçük kızı Shosanna, o
arbededen kaçmayı başarır. Yıllar sonra Shosanna büyür, ve
teyzesinden kalma bir sinema salonu işletmeye başlar. Salon, şehrin
en büyük sinema salonudur. Shosanna, savaşın hala devam ettiği
bir akşam tabela değiştirirken, bir Nazi subayı kızımızı
görür ve kendisine aşık olur. Kızımızın hikayesinin karıştığı
nokta işte burasıdır.
Filmde pek çok ünlüye
rastlıyorsunuz. Brad Pitt, Melanie Raulent, Diane Kruger ve Christoph
Waltz gibi. Ama hiç biri kendisi gibi değil. Dedim ya, Tarantino
hepsini başkalaştırmış.
Filmi mutlaka ama mutlaka izleyin.
Seveceğinize eminim.
Hayata İyi Seyirler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder