30 Kasım 2013 Cumartesi

"Sinemanın Hikayesi" Paranın Faizi Tadında Bir Belgesel Serisi...

Eski öğrencilerimden biri (şimdi dost olduk artık tabi) bir belgesel önerdi geçenlerde. Kendisiyle beğenilerimiz uyuştuğundan dolayı izleyip izlememekte tereddüt etmedim. Gelin size bu belgesel serisinden ve içeriğinden bahsedeyim.

2011 yapımı "Sinemanın Hikayesi" (The Story of Film: An Oddysey). Tahmin edeceğiniz gibi seride sinemanın ilk gününden günümüze kadar geçirdiği evreler anlatılıyor. Aklımıza hiç gelmeyecek sembollerin filmlerde nasıl ve nerelere yerleştirildiğine dikkat çekiliyor. Ayrıca kamera hilelerine, ışık oyunlarına, çekim açılarına, hızlı çekim ve yavaş çekime, yakın çekim ve uzak çekime, soundtracklere, filmlere sıkıştırılan reklamlara........  Ve bunların her birinin ilk hangi filmlerde ortaya çıktığına değiniliyor. Bunun yanında bazı yapımcı yönetmenlerle de röportaj yapılıyor.

Serinin reytingleri çok yüksek. Zaten tüm dünya sinemaları -hatta ekseriyetle sanat filmleri - incelenerek ve oldukça titiz bir çalışmayla ortaya konmuş bir belgesel.

Yalnız belgeselin bir kusuru var. Belgeseli seslendiren adamın çok ilginç bir tonlaması var ve konunun anlaşılmasını çok zorlaştırıyor. O yüzden belgeseli mutlaka Türkçe dublaj seyredin.

Ama mutlaka seyredin. Filmlerde bize artık çok sıradan gelen pek çok olay ve olgunun ortaya çıkış hikayeleriyle ve bunların mucitleriyle tanışın. 

Hayata İyi Seyirler...

28 Kasım 2013 Perşembe

"Running Scared" Silahlı Bir Çocuk Nereye Gitmiş Olabilir???

Dün reytinginin yüksekliğine ve isminin gizemine kanıp bir film izledim. 2.5 saatimiz boşa gitti diyebilirim. Önce filmden bahsedeyim, sonra yorumlarıma geçeyim.

2006 yapımı "Running Scared" adlı film, bir suç ve aksiyon filmi. Hikayeye göre Gazelle, uyuşturucu işi yapan bir çetenin mensubudur. Bir gün Gazelle ve çetesi bir başka çeteyle olağan uyuşturucu ticareti yapmaktayken işler ters gider ve silahlar patlar. Çıkan çatışmada diğer çetenin tüm elemanları ölür. Gazelle ve arkadaşları ise hayatta kalmayı başarmışlardır. Ancak ölülerin üstlerini ararlarken çok sürpriz bir şeyle karşılaşırlar zira ölen çeteciler polis memuru çıkarlar. Bunun üzerine Gazelle ve ekibi hemen oradan kaçarlar. Gazelle çatışmada kullanılan tüm silah ve suç aletlerini evinin garajına saklar. Karısına ve ergenlik çağındaki oğluna ise bir şey çaktırmaz. Peki ertesi akşam ne mi oldur? Ertesi akşam yan komşusunun ergenlik çağındaki oğlu Oleg, silahı oradan yürütür ve o silahla üvey babasını vurup sonra da firar eder. İşte Gazelle ve Oleg'in kovalamacası böyle başlar.

Filmde Gazelle'yi Paul Walker oynuyor. Beyefendiyi "Fast and Furious" serisinden tanıyoruz. Küçük Oleg'i ise pek çok filmden tanıdığımız çocuk yıldız Cameron Bright oynuyor.

Oyunculara bir şey demiyorum. Onlar zaten görevlerini layıkıyla yapmışlar. Ama O zavallı Oleg'in başına gelmeyen kalmadı. Sadece bir gece süren bir macerada bu kadar saçma sapan şey nasıl bir araya geliyor onu anlamadım. Gece yarısı sokağa çıkan "Fatmagül"ün başına bile bu kadar çok kötülük gelmemiştir bir gecede yani.

Bilemiyorum, film bana biraz zorlama gibi geldi. Sıktı ve bunalttı biraz. Ama illa ki suç, illa ki aksiyon diyorsanız; muhakkak izleyin derim.

Hayata İyi Seyirler...

25 Kasım 2013 Pazartesi

"Cennet Sineması"... 'Vizontele' - 'Yurttaş Kane' Karması Bir Sanat Filmi...

Eşim bir filmden bahsediyordu uzun zamandır. Sanat filmiymiş. Reytingleri 8.4 gibi rekor oranlara yakın. Vallahi "sanat filmi manat filmi" demedik, izledik. Hadi size filmden bahsedeyim.

1988 yapımı "Cennet Sineması" (Nuovo Cinema Paradiso) adlı film, İtalya'nın küçük bir beldesinde yaşayan bir annenin 30 yıldır görmediği oğlu Toto'ya telefon etmesiyle başlar. Aslında yaşlı anne, telefonu etmekte tereddüttedir ancak bir yandan da kendini buna zorunlu hissetmedir zira "Alfredo" ölmüştür. Yaşlı anne oğlunu arar ancak telefona bir kadın çıkar. Yaşlı kadın mecburen ölüm haberini o kadına verir ve haberi oğluna iletmesini ister. Akşam olunca Toto, "Alfredo"nun öldüğü haberini alır ve olduğu yere yığılır. Peki kimdir bu "Alfredo"???? İşte o, fimde uzun uzun anlatılıyor:)))


Filmin künyesinden bahsetmeme gerek yok size. Ne de olsa film İtalya-Fransa ortak yapımı ve bizim gibi popüler film izleyicileri Avrupa sineması emekçilerini pek tanımıyoruz.

Ama filmle ilgili yorumlarımıza gelirsek, film trajikomik bir film. Akışı oldukça yavaş. Ama tabi vermek istediği mesajı verebilmesi için bu kadar yavaş olması şart.

Ben iyisi mi size filmi şu şekilde sentezleyeyim. Film, "Vizontele"yle "Yurttaş Kane" filmlerinin ortalaması şeklinde. Vizontele'nin mizah anlayışıyla Yurttaş Kane'in mesaj iletme yöntemlerinin bir harmanlaması gibi. Diyeceğim o ki, eğer o iki filmi sevdiyseniz, bunu da kesin seversiniz. Dediydi dersiniz:)))

Hayata İyi Seyirler...

23 Kasım 2013 Cumartesi

"Özel Kuvvetler" İsminin Sıradanlığına Bakmayın; Sıradışı Bir Film...

Dün çok sevdiğimiz bir arkadaşımız akşam saatlerinde telefon etti. Önceki gün bir film izlemiş ve şiddetle tavsiye etti. Biz de alelacele filmin imdb puanına baktık. Açıkçası reytingi bizi biraz şaşırttı,6.2. Orta karar bir film demektir bu. Hadi bir de yorumlara bakalım dedik. İşte oradan anladık ki beğenen çok beğenmiş; beğenmeyen hiç beğenmemiş. Doğal olarak da reytingler ortalama bir rakam vermiş. Biz de eşimle filmi kendimiz izleyip, kendi fikrimizi edinmeye karar verdik. Gelin önce filmin özetine bir bakalım, sonra da filmi yorumlayalım.

2009 yapımı "Özel Kuvvetler" (The Men Who Stare At Goats) adlı film gerçek olaylara dayanıyor. Hikayeye göre Bob (Ewan McGregor) başarısız bir muhabirdir. İşindeki başarısızlığına bir de özel hayatındaki başarısızlığı eklenince Bob çareyi Kuveyt'e savaş muhabiri olarak gitmekte bulur. Bob, Kuveyt'e gider gitmez ilk kimle tanışır dersiniz? Lyn Cassady denen psişik herifle (George Clooney). Bob daha önceleri bir psişiklerle ilgili haber yaptığından dolayı psişik olmanın ne olduğunu da, Lyn'in kim olduğunu da çok iyi bilmektedir. Bob, Kuveyt'te haberin ana kaynağını bulunca savaş muhabirliğinden vazgeçip bu haberi genişletmeye karar verir. Lyn'in amacı ise farklıdır. Lyn gizli bir yeri bulmak zorundadır ve gideceği yere ise o çok özel hissii güçleri sayesinde ulaşmayı amaçlamaktadır. İşte bu yolculukta Lyn'in en büyük destekçisi Bob olacaktır.

Filmde bu iki isimden başka daha pek çok ünlüye rastlıyoruz. Kevin Spacey gibi. Jeff Bridges gibi. Robert Patrick gibi. Aslen gerçek hikayeden romana uyarlanmış hikayenin yazarı ise John Ronson.

Gelelim filmle ilgili yorumlarıma. Film çok ama çok absürt. Öyle böyle değil. Şahsen ben bir kaç sürpriz esprisi hariç hiç beğenmedim. Size katacağı hiç bir şey yok. Ama başta da söylediğim gibi. seven çok sever, sevmeyen hiç sevmez. İyisi mi izleyin, kendiniz karar verin.

Hayata İyi Seyirler...

P.S. "Özel Kuvvetler" adında onlarca film var, hangisini izleyeceğinize dikkat edin...

21 Kasım 2013 Perşembe

"Elysium" Gelecek Zamana Karamsar Bir Bakış...

Gelecek kaygısı bir bilim kurgu filmi daha çektirmiş Hollywood yapımcılarına. Çoğu bilim kurguda olduğu gibi yine negatif fütürist bir tavırla. Ama bu kez meselenin sağlık boyutuna değinilerek. Gelin önce filmimize kısaca bir göz atalım.

2013 yapımı "Elysium" (Yeni Cennet) adlı filme göre 21. yüzyılın sonlarına doğru dünya kirlenmiş ve salgın hastalıklar artmıştır. Her yeri çöp götürmektedir ve insanlar yoksullukla boğuşmaktadır. Güvenlik ise robotik makinelerin insafına bırakılmış vaziyettedir. Peki multi-milyarderler bu işin neresinde dersiniz? Hiçbir yerinde. Onlar kendileri için uzayda, Elysium denen ultra teknolojik ve ultra rafine bir dünya kurup oraya yerleşmişlerdir. Yeryüzünde ne olup bittiği ise umurlarında bile değildir. Elysium, zenginlerin diyarıdır. Sıradan bir dünyalının Elysium'a giriş yapmasınınsa pek imkanı yoktur zaten. Zira kaçak yolcular yada mülteciler için çok ağır cezalar vardır. Gelelim bizim esas oğlana. Sıradan bir dünyalı olan  Max'in, Elysium'a gitmekten başka çaresi yoktur. Zira Max, fabrikada çalışırken ağır bir kaza geçirir ve en üst seviyeden radyasyona maruz kalır. Şimdi Max'in güvenliği aşıp, Elysium'a girip tedavi olabilmesi için sadece beş günü vardır.

Filmde Max'i Matt Damon canlandırıyor. Elysium'un kötü kalpli savunma bakanına ise Judie Foster hayat veriyor. Filmin senaristi ve yönetmeni ise Neill Blomkamp.

Filmle ilgili fikirlerim ne mi dersiniz? Eğer bu bir roman olsaydı eminim çok daha güçlü olurdu. Eminim çok satanlar listesine girerdi. Ama bu şekilde iken sanki kötü bir roman uyarlaması gibi olmuş. Mesela kirlenmiş dünya hayatı da Elysium'un kendisi de çok iyi verilememiş. Özellikle Elysium, çok çok zayıf kalmış. Matt Damon'da ise hala Jason Bourne karizması arıyorum ama maalesef beyefendi son iki filminde de beni hayal kırıklığına uğratıyor.

Velhasıl kelam, bilim kurgu ve aksiyon seviyorsanız, mutlaka izleyin. Sadece beklentilerinizi biraz düşük tutun, o kadar.

Hayata İyi Seyirler...

18 Kasım 2013 Pazartesi

"Muhteşem ve Kudretli Oz"...

Hafta sonu masalsı bir film izledim. Ya da filme çekilmiş bir masal diyelim. evet böyle daha iyi oldu. Hani şu James Franco'nun oynadığı. Hadi size de anlatayım.

2013 yapımı "Muhteşem ve Kudretli Oz" (Oz The Great And Powerful) aslında eski bir masal. Hikayeye göre Oz, bir sihirbazdır. Şehir şehir gezip sirklerde çalışmaktadır. Ancak Oz hayatından hiç memnun değildir çünkü o yaşına kadar elle tutulur hiç bir başarısı yoktur. Bu mutsuzluğu onun çevresine de yansımakta ve herkesi rahatsız etmektedir. Oz, yine en son birini çok fena kızdırır ve ondan kaçarken can havliyle kendini kalkmak üzere olan bir uçan balonun içine atar. Oz, öfkeli adamdan kurtulmayı başarmıştır ama hemen sonra korkunç bir sürprizle karşılaşır çünkü balon bir fırtınaya doğru uçmaktadır. Oz fırtınayı fark edince ne yapacağını şaşırır hemen dua etmeye başlar ve tanrıdan bir şans daha ister. Ve bir anda Oz'un duası kabul olur veeeee...............

Filmin künyesi bir yana...

Ama film ne küçükler için, ne büyükler için. Ne film, ne animasyon. Ne komik, ne dramatik, vallahi böyle arada kalmış durumdayım. Tavsiye etsem mi etmesem mi, onu bile bilemedim. En iyisi siz bilirsiniz diyelim, geçelim.

Hayata İyi Seyirler...

"Oylar Sayılsın" 2000 Yılı Amerikan Başkanlığı Seçimlerindeki Şaibe...


Hatırlıyor musunuz? Amerika'daki 2000 yılı başkanlık seçimlerinde önce haberlerde Al Gore'un kazandığını duyduk. Sonra "Hayır, hayır Bush" dediler. Sonra nasıl olduysa gene Al Gore'u duyduk. Sonra "Yok yok Bush" dediler. En nihayetinde Bush'ta karar kıldılar. İşte bu konuyu ele alan bir filmden bahsetmek istiyorum size.

2008 yapımı "Oylar Sayılsın" (Recount) adlı TV filmi. Olay seçmenlerin delikli pusulaları delememesi ve 10.000lerce oyun geçersiz kabul edilmesiyle başlayıp, kapalı kapılar ardında oynanan oyunlar ve entrikalarla devam ediyor. Kapalı kapılar ardında derken elbette ki sadece minicik bir kısmını görüyoruz biz, o ayrı mesele. Ama o kadar işte. Filmin sonucunu zaten biliyorsunuz, Bush seçildi Amerikan Başkanı olarak. Ama zaten bizim derdimiz sonuç değil, süreç.

Bir TV filmi olmasına rağmen reytingleri oldukça yüksek ve konuyu anlatan bir film. Üstelik pek çok da ünlü bir oyuncu var filmde. Ben sadece Al Gore'un kurmaylarından Ran Klain'i oynayan Kevin Spacey'in adını vereyim yeterli.

Eğer meselenin aslını (yani bize gösterilen kısmını) merak ediyorsanız, izleyin derim.

Hayata İyi Seyirler... 

16 Kasım 2013 Cumartesi

"Sevimli Canavarlar Üniversitesi" Mike ve Sullivan'ın Hikayesi Nasıl Başladı???

Büyük oğluma 3 gündür serum takılı. Biraz rahatsız da. Geniz eti, nezle, grip falan. Ben de mecburen elindeki o iğnelerle gezinip durmasın diye bildiğim tüm animasyonları açıyorum, oturtuyorum çocuğu başına. E tabi bazılarını ben de izliyorum. Mesela yeni olanları. Gelin bunlardan bir tanesine beraber bakalım.

2013 yapımı "Sevimli Canavarlar Üniversitesi" (Monsters University)'de ilk filmden öncesine gidilmektedir. Hikayeye göre Mike Wazowski daha ilkokuldayken gittiği bir okul gezisinde karar vermiştir öcü olmaya. Ve bunun için çok çalışmıştır. Sonunda emekleri boşa çıkmamış ve Canavarlar Üniversitesini kazanmıştır. Peki burada Mike'ın oda arkadaşı kim olacak dersiniz? Randy. Ya sınıfın en yetenekli ve ukala öğrencisi kim dersiniz? Sullivan. Pekiii ya sınıfın sevimsiz ineği kim dersiniz? Bizim Mike Wazowski. İşte bu üçlünün şirin hikayesi bu okulda böyle başlamıştır.

Hikayeyi seslendiren kişiler ilk filmdekiyle aynı. Senaryo da güzel. Ama ilk filmle kıyaslayacak olursak ben ilk filmi tercih ederdim. Bunu o kadar sevmedim. Yani sevdim de, o kadar sevmedim.

Ama tabi izletin çocuğunuza. Çünkü çalışkanlık, popülerlik, dostluk, vb. gençlik kavramları hakkında çok güzel mesajları var.  Bu mesajlardan hep birlikte yararlanabilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...
 

15 Kasım 2013 Cuma

"Acil Teslimat" Bir Bisikletli Kurye Hikayesi...

Bisikletçileri çok cezbedecek bir film izledim bugün. Başta önyargılarla başlamıştım ama o kadar sürükleyiciydi ki kanalı çeviremedim. O derece sürükleyici olma sebebine birazdan değineceğim ama önce özetler... :)


2012 yapımı "Acil Teslimat" (Premium Rush) adlı filmde Wiliee bisikletli bir kuryedir. Aynı zamanda işinin en iyisidir. Bir gün Wiliee çekik gözlü genç ve güzel bir müşteriden bir kargo (basit bir zarf) alır ve kargoyu adrese teslim etmek ütmek üzere yola koyulur. Ancak tam o sırada ne üdüğü belirsiz bir adam Wiliee'yi durdurur ve o zarfı kendisine vermesini ister. Wiliee elbette ki adama zarfı vermez. Bunun üzerine ne üdüğü belirsiz adam Wiliee'yi tehdit etmeye başlar. Wiliee de adamı atlatıp başlar pedalları çevirmeye. Wiliee tam adamı atlattığını düşünürken bir de bakar ki tam arkasında onu ölümüne kovalayan bir araba belirir. İşte film böyle başlar.  
Filmde Wiliee'yi Joseph Gordon-Levitt oynuyor. Diğer oyuncuların pek bir önemi yok zaten. Ama filmi asıl izlemeye değer kılan şey, filmin hem senaristi ve hem de yönetmeni olan David Koepp. Beyefendi filme öyle bir aksiyon ve öyle bir sürükleyicilik katmış ki şaşırırsınız. Açıkçası beyefendi eski projelerinden (Görevimiz Tehlike I, Örümcek Adam I, Melekler ve Şeytanlar, Jurassic Park 3D, vb.) çok şey öğrenmiş.   


Filmde aksiyon, suç, eğlence, bisiklet ve Joseph Gordon-Levitt tatlı tatlı harmanlanmış. Yani dinlenmek ve eğlenmek istediğiniz bir zaman arkadaşlarınızı da çağırıp patlaşık mısır eşliğinde izleyebileceğiniz bir film:)

İzleyin, eğlenin.

Hayata İyi Seyirler...

4 Kasım 2013 Pazartesi

Dün "Thor: Karanlık Dünya"ya Gittim...

Yok arkadaş ben bu Thor'lara alışamayacağım. Birinci filmi beğenmemiştim o yüzden ikinci filme gidip gitmemekte kararsızdım. Sonra imdb.com'a girdim bir baktım birinci filmin reytingi 7.0, ikincinin reytingi 7.9. "Hadi" dedim, "7.9 değilse de 7.3'tür. O da beni idare eder.Gideyim şu filme." Dün gittim filmi izledim, sonra gerçek reytinglerin şöyle olması gerektiğine karar verdim: birinci film 6.0, ikinci film 7.0. Bence böyle daha adil.

Hadi size şu ikinci filmden biraz bahsedeyim, sonra gerekçelerime geri döneyim. 2013 yapımı "Thor: Karanlık Dünya" (Thor: The Dark World)'de dokuz diyar tehdit altındadır. Peki neyin tehdidi dersiniz? Geçmiş zamanlarda yaşadığı mağlubiyetlerin intikamını almaya ve dokuz diyara hükmetmeye çalışan Lanetli Malekith'in tehdidi. Üstelik Malekith, Eathir adlı çok güçlü mistik bir silahın peşindedir zira bu mistik silah Malekith'i yenilmez kılacaktır. ancak büyük bir tesadüf eseri silahı önce Jane Foster bulur. İşte bu buluş, Thor'u ve Jane'i yeniden bir araya getirecektir.

Filmdeki isimler yine aynı. Thor rolünde Chris Hemsworth, babası Odin rolünde Anthony Hopkins, Loki rolünde Tom Hiddleston (ki kendisi favorimdir) ve bir de Jane rolünde Natalie Portman. Oyunculara söyleyecek bir şeyim yok. Görsel efektlere ve kostümlere de aynı şekilde. Ama şu Thor'un Midgard'a yani Dünya'mıza gelme fikrine hala alışamadım. Daha önce de söylemiştim. "Keloğlan Aramızda" gibi duruyor. Hatta bana kalırsa senaristler kendileri de yadırgıyor olacaklar ki bolca "Thor Dünya'da" esprisii yapmışlar.  Ayrıca Thor'un çizgi romanlardaki aşkı hep Sif'ti, bu Jane Foster nereden çıktı anlamadım.

Pek öyle hafızalardan silinmeyecek bir film değil. İllaki gitmek isterseniz gidin. Tabi yapacak hiç bir işiniz yoksa yada film indirime girerse:)

Hayata İyi Seyirler...

P.S. Bir Marvel Klasiği. Lütfen filmi ennnn sonuna kadar izleyin. Ennnn sonuna kadar.