28 Şubat 2013 Perşembe

"Usta" Hastayı İyileştirebilecek Mi???

Fenalık geçirten bir filmden bahsetmek istiyorum size. "Bitsin artık!" diye gözünün içine bakacağınız bir film.

2012 yapımı "Usta" (The Master) adlı filme bir bakalım. Eski bir denizci olan Freddie (Joaquin Phoenix) çok sıradışı bir psikolojik rahatsızlığa sahiptir: Freddie, bir cinsel sapıktır. Etrafındaki herşey ona kadınsal ve erkeksel cinsellik türevleri olarak görünür. Freddie'nin savruk hayatı, "Sebep" isimli yeni bir psikolojik akımın fikir babası olan "Doktor" (Price Carson) ile karşılaşınca değişmeye başlar. Çünkü Doktor, Freddie'yi tedavi etmeye karar verir. Freddie de Doktor'una çok güvenmektedir. Peki Freddie yepyeni bir insan olabilmeyi başarabilecek midir, yoksa Doktor'un çabaları boşa mı gidecektir?

Film çok ağır aksak ilerliyor. Konusu da bir tuhaf. Sonucu daha da tuhaf. Sıkıntıdan patladım. Reytingleri nasıl bu kadar yüksek bilemiyorum. O yüzden tavsiye etmiyorum.

Yine de siz bilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

25 Şubat 2013 Pazartesi

"Korsanlar" Ödülü Kapabilecekler Mi???

Bir zamanlar kalplere korku salan "korsan" kelimesinin şimdilerde sempatik ve eğlenceli bir kavram olması, hele bir de animasyon bir yapımın esas teması olması size de ilginç geliyor mu? Bana çok ilginç geliyor doğrusu.

2012 yapımı "Korsanlar" (Pirates: Band of Misfits) adlı filme bir bakalım. Kaptan Korsan (Hugh Jackman tarafından seslendirilen karakter), döküntü bir gemisi, 5 kişilik şaşkın mürettebatı ve şişman papağanıyla birlikte açık denizlerin korkulu rüyası olan bir kaptandır; demeyi çok isterdim ama maalesef diyemiyorum. Çünkü kendisi çok başarısız bir korsandır. 20 yıllık korsanlık kariyerinde bir kez bile Yılın Korsanı Ödülünü alamamıştır. Ama bu kez kararlıdır, o ödülü alacaktır. Yapması gereken tek şey, açık denizlerde yelken açan gemileri yağmalamak ve altınlarını çalmaktır. Kaptan Korsan ve mürettebatı bu amaç uğruna, gördükleri her gemiye saldırırlar ama bir gram altın bile bulamazlar. Tam ümitler tükenirken sürpriz gelişme olur çünkü soymaya kalktıkları son gemi ünlü bilim adamı Evrimci Charles Darwin'in gemisi çıkar. Darwin, Kaptan Korsan'ın aradığı hazinenin Kaptan Korsan'ın tam kucağında olduğunu söyler. Zira Kaptan Korsan'ın kucağındaki papağanın aslında bir papağan değil nesli tükenmiş bir "dodo kuşu" olduğunu söyler. Peki Kaptan Korsan elindeki kuşu satıp altına çevirecek midir, yoksa Yılın Korsanı Ödülünü elinin tersiyle geri mi çevirecektir?   

Filmde evrim teorisine, Charles Darwin'e ve İngiltere'nin ünlü kraliçesi Victoria'ya çok ciddi göndermeler var. Aynı zamanda film, En İyi Animasyon dalında Oscar'da da yarıştı ancak sonuç alamadı. Zaten reytingleri de piyasadaki diğer animasyonlara nazaran bi tık düşük.

Ama izlenebilir. Hatta bence izleyin, eğlenin.

Hayata İyi Seyirler...

24 Şubat 2013 Pazar

"Battleship" Uzaylıları Yenebilecek Mi???

Şu uzaylılar gelecekse gelsin artık. Hayal gücümüz, sınırlarını aştı. Neye benzeteceğimizi şaşırdık mübarekleri. Bir filmde yeşil ucubeler olarak gördüğümüz yaratıkları, diğer filmde salyaları sarkan alienler olarak görüyoruz. Şimdi bahsedeceğim filmde ise biraz daha insaflı davranılmış ve insana yakın bir formda gösterilmişler. Yani izlerken içiniz kalkmayacak.

2012 yapımı "Battleship" (Savaş Gemisi)'ne bir bakalım. Hopper (Taylor Kitsch) otuzuna merdiven dayamış ama hala bir kesere kulp olamamış serserinin biridir. Hopper, denizci subay olan abisinin ısrarları üzerine uluslararası bir donanmaya katılır ve teğmenliğe yükselir. Donanmaya yeni katılan askerler için bir tören yapılır. Artık müze olarak kullanılan eski bir savaş gemisinde emekli olan askerler, görevlerini yenilere devrederler ve yeni askerler ilk seferlerine çıkarlar. Ama bu ilk seferde karşılaşacakları ilk düşmanın uzaylılar olması hiç beklenmedik bir durumdur. Bu da yetmezmiş gibi birincil ve ikincil komutanların hayatlarını kaybetmelerinden sonra Hopper birden komutan oluverir. Vereceği ilk emir ise "Tüm gücümüzle saldırın" olacaktır.

Filmde rol alan iki sürpriz isim var. Bunlardan birincisi Rihanna. Hanımefendiyi donanma askerlerinin arasında sempatik ve mütevazi bir rolde izliyoruz. İkincisi ise Hollywood'da 2012 boyunca yapılan filmlerin % 90'ında gördüğümüz efsane oyuncu Liaam Neeson. Ama bu iki sürpriz oyuncu bile filmin reytinglerini yükseltmeye yetmemiş.

"Independence Day"i beğendiyseniz, bunu da bunu da beğeneceğinizi düşünüyorum. Zira kurgusu aynı, senaryosu farklı. Ha bir de ilave bir bilgi daha: Film aynı adlı bir bilgisayar oyunundan uyarlama.

İzlemek isterseniz, pop cornunuzu hazırlayın, dostlarınızı çağırın.

Hayata İyi Seyirler...

20 Şubat 2013 Çarşamba

"The Artist" Sesli Filmlere Geçiş Yapabilecek Mi???

Gençler bilmez. Çocuklar ihtimal bile vermez. Benim yaşıtlarım için belgesel niteliğindedir. Babamın dönemi için nostaljiktir. Ama dedemin dönemi için hayatın anlamıdır. Nedir bu biliyor musunuz? "Sessiz Sinema"

Gelin biraz geriye gidelim: Sinemacılığın yeni başladığı dönemde, gelmiş geçmiş en romantik filmler çekilirmiş. Çünkü gözler konuşur, sözler susarmış. Peki sonra ne mi olmuş? Sesli sinema dönemi başlamış ve pek çok artist silinip gitmiş. Zira kiminin sesi güzel değilmiş, kimi duyguyu verememiş, ve saire ve saire... Neticede halk taze taze kan aramış ve aranan kan genç oyuncularda bulunmuş. Eskiler gitmiş, yerlerine yeniler gelmiş.

İşte bu tarihçeyi konu alan 2011 yapımı "Artist" (The Artist) adlı film, bu trajedinin bir temsilcisi olan George Valentin'in hikayesini anlatır. Sessiz sinema yıldızı George, şöhretinin doruğundayken sıradan bir genç kız olan Peppy Miller ile tanışır ve o kızı meşhur eder. Ama sesli filmlerin çıkmasıyla şartlar birden tersine döner. George tepe taklak inmeye başlar ve Peppy de bir yıldız olur. Hikaye, bu iki insanın çevresinde gelişir.

Film herşeyiyle bir "sessiz sinema klasiği". Makyajları, kostumleri, dekorları, müzikleri, alt yazıları, siyah beyaz oluşu, vb.   

Şimdiye kadar yüzlerce film yazdım ama bir daha sessiz film yazar mıyım, bilmiyorum. Daha doğrusu zannetmiyorum. Filmin senaristi ve yönetmeni Michel Hazanavicius (Fransız) da zaten bir daha böyle bir film yapmaz herhalde. Bunu da zaten dikkat çekmek için yapmıştı. Başarılı da oldu. (Filmin reytinglerinin çok çok yüksek olduğunu da söyleyeyim.)

İzleyin, kulaklarınız dinlensin.

Hayata İyi Seyirler...  

19 Şubat 2013 Salı

"3 Idiot"un Derdi Ne???

Uzun, upuzun hem çok uzuuuun; ama bir o kadar cici bir film izlemek ister misiniz? Bence isteyin. "Amaaan, Hint filmimi mi izleyeceğiz yani?" diye başlayıp, sonra da "Hakikaten güzelmiş" diyerek bitireceğinizden eminim.

2009 yapımı "3 Aptal" (3 Idiots) adlı filme bir bakalım. Film Farhan ve Raju adlı iki arkadaşın yıllardır aradıkları arkadaşları Ranço'nun izini bulmalarıyla başlıyor. Sonra da dönüyor flashbacklere. Biz de onlarla birlikte zamanda geriye doğru bir yolculuk yapalım. Farhan, Raju ve Ranço mühendislik fakültesine yeni başlayan ve aynı odayı paylaşacak olan üç genç çocuktur. Farhan, varını yoğunu biricik oğullarının mühendis olabilmesi için ortaya koymuş fedakar bir ailenin oğludur. Raju'nun durumu çok fenadır çünkü babası yarı felçli, annesi hayattan bezmiş, ablası ise evde kalmıştır. Ranço ise en şanslılarıdır. Özgüveni yüksektir, makinalara meraklıdır, pratik zekası muhteşemdir, ailesi ise çok zengindir. Bu arkadaşlar, fakültede okudukları yıllar boyunca bir taraftan hayata dair çok şey öğrenecekler, bir taraftan da kendilerini keşfedeceklerdir.

Mutlaka izlenmesi gereken bir film. Özellikle bir türlü iletişim kuramadığınız çocuklarınız için.Ve hatta sizin için. Ben, fazlasıyla iyimser ve yer yer de ütopik bulmuş olsam da çok beğendim.

İzleyin, yumuşayın. İzleyin, hayata bakışınız değişsin.

Hayata İyi Seyirler...

18 Şubat 2013 Pazartesi

"Zincirsiz" Bir Tarantino Klasiği Olabilmiş Mi???

Tarantino nasıl bir adamdır bilmiyorum. Onun çektiği filmleri bir başkası çekse hayatta izlemeyiz, ama o çekince şaheser oluyor:)

Size bir Tarantino filmi izletseler, "Bu filmin yönetmeni kim olabilir?" deseler, muhakkak doğru tahmin edersiniz. Çünkü onun filmlerinin bir sürü ortak özelliği vardır. Gelin önce bunlara değinelim, sonra da filme geçelim.

1) Tarantino filmlerinin en tipik özelliği, filmlerin çok kanlı olmasıdır. İyilerle kötüler silahlarını bir çekerler, sonra kan gövdeyi götürür, vahşet paçalardan akar.
2) Tarantino, küresel yada toplumsal olaylara kulak tıkamaz. Bilakis, filmlerindeki temel konular ırkçılık gibi, soykırım gibi, kadına şiddet gibi ciddi konulardır.
3) Tarantino filmlerinde kötüler cezasız kalmaz. Üstelik cezalarını çok vahşice çekerler, hatta hepsi de hunharca geberirler. Fakat maalesef zaman zaman iyiler de bu vahşetten nasiplerini alırlar. Yani onlar da ölürler.
4) Tarantino filmlerinde bol bol konuşma vardır. Diyaloglar uzadıkça uzar. Ama filmi ileri sarmazsınız, çünkü Tarantino o diyaloglarda da dehasını konuşturmuştur. Üstelik diyaloglar çok espirilidir. Espiri olsun diye yapılmamışlardır ama hepsi komiktir. Hatta en komik filmlerden daha komiktir.
5) Tarantino filmlerinde herkesin bir hikayesi vardır. Doğal olarak bol bol flashback'lere yer verilir. Onları izlediğinizde, karaktere hak verirsiniz.
6) Tarantino, filmlerinde mutlaka kendine de küçük bir rol verir.

Benim aklıma gelenler bunlar. İlave etmek istediğiniz bir şeyler varsa, lütfen yorum yazın.

Gelelim 2012 yapımı "Zincirsiz" (Django Unchained) adlı filme. King, eski bir diş hekimi, yeni bir ödül avcısıdır. Sağda solda yakaladığı "aranıyor" ilanlı adamları öldürür, cesetleri polise teslim eder ve ödülünü alır. Bir gece yolculuğu esnasında karşılaştığı köle tüccarının kölelerinden birine "aranıyor" ilanlı üç adamı sorar. Django isimli köle, o adamları tanıdığını söyleyince King, Django'yu satın alır. Django, artık King'indir. King ilk iş olarak Django'yu azat eder. Sonra da ona bir palto ve bir at temin eder. Siyahların ata binmesinin suç olduğu bir dönemde King ve Django artık ödül avlarına birlikte çıkacak olan iki ortaktır. Bu sürede ise en önemli amaçları Django'nun köle pazarında satılmış olan karısını bulmak olacaktır.

Film, tam bir Tarantino klasiği. Ne bir eksik, ne bir fazla. Mutlaka izleyin derim. King'i canlandıran Christoph Waltz'a ve Django'yu canlandıran Jamie Foxx'a bayılacağınıza eminim. Samuel L. ve Leonardo di Caprio'nun da filmde rol aldıklarını belirtmek isterim.  

Hayata İyi Seyirler... 

17 Şubat 2013 Pazar

"Uçuş" Nereye???

Denzel Washington'ın hemen hemen her filmi güzel olur. Tekrar tekrar izlemezsiniz belki ama "Niye izlemedim ki?" de demezsiniz. İşte size beyefendinin o tür filmlerinden biri.

2012 yapımı "Uçuş" (Flight) adlı filmine bir bakalım. Pilot Whitaker (Denzel Washington), alkol belası yüzünden eşinden ve çocuğundan ayrılmış bir pilottur. Whitaker o gece sabaha kadar alkol alır, geceyi Hostesi Katerina ile beraber geçirir, sabah da bir miktar kokain çektikten sonra uçuşa gider. İlk kez tanıştığı yardımcı pilotla el sıkışıp uçuşu başlatır. Hava şartları oldukça kötü olduğundan uçuş sert başlar. Ancak tecrübeli pilot kara bulutların arasından (kendi tabiriyle) iğne deliğinden geçer gibi geçer. Sonra da uçuşu yardımı pilota bırakır. Yarım saat sonra uçak beklenmedik bir patlamayla sarsılır. Uçak hızla irtifa kaybetmeye başlar. Dakikalar süren düşüş boyunca Whitaker insanüstü bir çaba sergileyerek uçağı güvenle indirmeyi başarır. Whitaker sayesinde 102 yolcudan 96'sı hayatta kalmış, sadece 6 kişi ölmüştür. Kaza sonrası Whitaker gözünü hastanede açar, yaralıdır ama hızla iyilecektir. Ancak Whitaker kazadan sağ kurtulduğuna sevinemez çünkü büyük bir sorunla karşıyadır. Zira yapılan kan testleri Whitaker'ın kanında yüksek oranda alkol ve uyuşturucu madde tespit etmişlerdir. Bu yüzden Whitaker, müebbet hapisle yargılanacaktır.

Filmin yönetmeni Robert Zemeckis'in "Geleceğe Dönüş Serisi"nin yapımcısı olduğunu söylemekte yarar var. Senarist John Gatins de aynı zamanda "Çelik Yumruklar"ın senaristi.

Filmde baştan aşağıya alkolizmden ve uyuşturucu bağımlılığından dem vurulmuş. Bazı sahneler çok ağır aksak gitse de çok güzel bir film. Hele o uçağın düşüş sahneleri muhteşem. Kurgu da, senaryo da, oyunculuklar da çok güzel. (Özette hiç değinmediğim o bağımlı kadın karakteri hariç)

İzleyin, içiniz acısın.

Hayata İyi Seyirler...     

16 Şubat 2013 Cumartesi

"Dicky Roberts" Yeniden Şöhret Olabilecek Mi???

Çocuk yıldızların ortadan kaybolduktan sonra nerelere gittiklerini hep merak etmişimdir. Siz de merak ediyorsanız, alın size ip uçları bulabileceğiniz bir film.

2003 yapımı “Dicky Roberts: Eski Çocuk Yıldız” (Dicky Roberts: Former Child Star) filmine bir bakalım. Dicky Roberts, çocukluğunu diğer çocuklardan farklı yaşamış tuhaf bir adamdır. Çünkü Dicky çocukken, çok ünlü bir dizinin yıldızı olarak büyümüştür. O zamanlar Dicky'nin hayatı gazeteciler, limuzinler, hizmetçiler, vb şeylerle kuşatılmış olarak devam etmiştir. Ancak ne zaman ki dizinin reytingleri düşmüş ve dizi gösterimden kalkmıştır, işte o zaman Dicky'nin hayatı tepe taklak aşağıya inmeye başlamıştır. Annesi Dicky'yi terkeder, gazetecilerden ve paradan eser kalmaz, Dicky sıradan bir adam oluverir. Ama Dicky bunu kaldıramaz.Yıllar yılları kovalar, Dicky yetişkin bir adam olur. Özlediği tek şey sürekli patlayan flashlardır çünkü tekrar şöhret olursa annesinin geri geleceğine inanmaktadır. Bu yüzden duyduğu tüm deneme çekimlerine katılır, tüm bağlantılarını zorlar, ama ciddi bir proje yakalayamaz. Ta ki o güne kadar. O gün, menajeri zar zor bir proje yakalar. Projede rol alacak olan Dicky'nin yapması gereken şey, sıradan bir aileyi gözlemlemesi olacaktır. Bunun içinse Birkaç aylığına iki çocuklu bir ailenin yanına taşınır ve macera başlar.

Film komedi türünde. Hatta çocukça bir komedi. Hatta neredeyse bir çocuk filmi. Hatta çok kolay ve sıradan bir film. Filmin başrol oyucusu olan David Spade'in aynı zamanda filmin yazar kadrosunda olduğunu da belirtmek isterim.

İlkokul çağındaki çocuklarınızı oyalamak ve bu sırada misafirlerinizle oturmak istiyorsanız, bu filmi bir yerlerden bulun derim.

Hayata İyi Seyirler...

14 Şubat 2013 Perşembe

"Kötü Öğretmen" Sadece Sıfırcılardan Mı Çıkar???

Bir öğretmen ne kadar kötü olabilir, acaba ben kötü bir öğretmen miyim diye merak eder dururdum. O yüzden de ilgimi çekti filmin biri ve bir bakayım dedim.

2011 yapımı "Kötü Öğretmen" (Bad Teacher) adlı filmden bahsediyorum. Filmimize bir bakalım. Elizabeth (Cameron Diaz), bencil, vurdumduymaz, tembel ve kendini beğenmiş bir mizaca sahiptir. Ancak okul idaresine, diğer öğretmenlere ve zengin (ama saf) nişanlısına karşı gerçek Elizabeth'i gizli tutmuştur. "Sevimli Kadın" numaralarını herkese yutturmayı başarmıştır. Ama nişanlısının annesine kül yutturamamış ve nişanlısından ayrılmak zorunda kalmıştır. Hayatını sürdürmek içinse çok, çok hem de çok paraya ihtiyacı vardır. Zira kendisi lüks yaşamayı seven biridir. Bir taraftan da bu parayı yorulmadan kazanmak istemektedir. Zira kendisi aynı zamanda tembel biridir. Bu durumda yapılacak en iyi iş ise öğretmenlik gibi görünmektedir. Elizabeth, istemeye istemeye de olsa öğretmenlik mesleğine geri dönmek zorunda kalır. Peki Elizabeth bu süreçte ne yaşayacaktır? İyi bir öğretmen olabilmeyi başaracak mıdır, yoksa kötü öğretmen damgası mı yiyecektir?

Filmin sürpriz ve hatta sırıtık oyuncusunun Justin Timberlake olduğunu belirtmek isterim. Belirtmek istediğim bir şey daha var; o da filmin kötü olduğu. Ama Cameron Diaz'ın oyunculuğuna hayran kaldım. Gerçekten çok gıcık bir öğretmen olan Elizabeth'i çok iyi canlandırmış. Yine de izlemeye değmez. Söylemedi demeyin.

Hayata İyi Seyirler...    

11 Şubat 2013 Pazartesi

"İyi Olan Kazansın"da İyi Olan Kim???

Romantik komedilerin aksiyonluları pek bir güzel oluyor. En azından romantik komediler gibi IQ'nuzu sıfırlamıyor. İşte fenalık geçirmeden izleyebileceğiniz aksiyon ve eğlence dolu bir romantik komedi.
2012 yapımı "İyi Olan Kazansız" (This Means War) adlı filme bir bakalım. Tuck (Tom Hardy) ve Foster (Chris Pine) hem çok iyi iki arkadaş, hem de çok iyi iki ajandırlar. Gizli bir görev için gönderildikleri partide hem kötü adamı ellerinden kaçırıp hem de morga altı adam gönderince ikisi de büro cezası alırlar. İşte o günlerde, her ikisi de kendilerine biraz zaman ayırma fırsatı bulurlar. Tuck çöpçatan sitelerinde tanıştığı bir kızla buluşur. Foster ise mağazada görüp asıldığı ama yüz bulamadığı kızın peşine düşer. Ertesi gün her ikisi de CIA'in tüm imkanlarını kullanarak hoşlandıkları kızlarla ilgili araştırma yapmaya başlarlar. Ancak iki arkadaş hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar. Çünkü ikisinin monitöründe de yansıyan kadın, aynı kadındır. İkisi de öfkeyle karışık şaşkına dönmüştür. İki centilmen, bir karar vermek zorunda kalırlar. İkisi de Lauren'le çıkacaktır, kararı ise Lauren'e bırakacaklarıdır. İkisi de "iyi olan kazansın" diyormuş gibi görünmektedirler ama aslında ikisinin de aklından geçen şey "bu, savaş demektir" şeklindedir.

Filmin reytingleri pek yüksek değil. Sebebi şu olabilir: Filmin başında kaçmayı başaran kötü adamı, filmin sonuna kadar bir daha göremiyoruz. O konuyla ilgili hiç bir gelişme yok. Yani iki CIA ajanının temel görevi ve aksiyon sahneleri ihmal edilmiş. Kötü adam yeterince işlenmemiş. O kısım geçiştirilmiş. Yani filmin yönetmenliğinde ya da kurgusunda sıkıntı yok, ama senaryoda ciddi bir eksiklik var. O yüzden geriye sadece iki ajanın bir kadın uğruna giriştikleri "..." yarışı kalmış.      

Yine de izleyin, eğlenin.

Hayata İyi Seyirler...

10 Şubat 2013 Pazar

"Şeytan (Ne) Marka Giyer???"

Patron, sevimsiz bir şeydir. Ama patroniçe, daha sevimsiz birşeydir. Hele bir de böylesi, aman aman evlerden uzak!
2006 yapımı “Şeytan Marka Giyer” (The Devil Wears Prada) adlı filme bir bakalım. Andrea (Anna Hattaway), genç güzel ve hırslı bir kızdır. Erkek arkadaşı ve birkaç arkadaşıyla geçirdiği sıradan ve sade hayatında mutludur. Andrea bir gün yönetici asistanı olmak üzere başvurduğu çok ünlü giyim ve moda makrasından mülakat için çağrılır. Andrea'nin CV'si güçlüdür. Ama böyle bir kurum için çok daha fazlası gerekmektedir. Çünkü ünlü markanın Yönetim Kurulu Başkanı Miranda (Merryl Streep) dünyanın en titiz ve en huysuz patroniçesidir. Ama Andrea zekası sayesinde, bu kendini beğenmiş hanımın dikkatini çekmeyi başarır ve ikinci asistanlık işini kapar. Modadan, kaliteden, şıklıktan, pahadan hiç mi hiç anlamayan Andrea için New York'taki acımasız hayat hiç de kolay olmayacaktır.

Anna Hattaway'ın yıldızlaştığı film, biz hanımların ilgisini çekecek düzeyde. Trajikomik ve romantik. Merryl Streep'in oyunculuğuna zaten bir şey diyemiyorum. Filmin bir roman uyarlaması olduğunu belirtmek de yerinde olacak.

Bizim Türk filmlerine benzer bir film, ama elbette ki moda daha bir moda, oyunculuklar daha bir doğal, şıklıklar daha bir şıklık.

İzleyin, vakit geçsin.

Hayata İyi Seyirler...

"İskoçya'nın Son Kralı" Kim???

Yıllar önce eşimle birlikte izlediğimiz bir film bizi çok etkilemişti. Ama değişik bir şekilde: filmin adını hiç hatırlamadık, başrol oyucusunun adını öğrenemedik. Tek hatırladığımız "Idı Amin" ve "Idi Amin'inin Doktoru" şeklinde hafızamızda yer eden iki çatlak adamdı.

O malum filme bir bakalım. 2006 yapımı "İskoçya'nın Son Kralı" (The Last King Of Scotland) gerçek bir yaşam öyküsüdür. Idi Amin (Forest Whitaker) 70'li yıllarda Uganda'nın yeni cumhurbaşkanı olmuştur. Eski başkandan illallah eden halk, Idi Amin'i coşkuyla karşılamıştır. Zira Idi Amin halktan biridir ve vaatleri göz doldurmaktadır. Nicholas (James McAvoy) ise tıp fakültesinden yeni mezun olmuş bir doktordur. Ancak doktorluk yapmak istediği ülke, memleketi olan İskoçya değil, dünya haritasından seçeceği rastgele bir ülkedir. Nicholas küreyi çevirir ve parmağını küreye koyar. İşte yaşayacağı ve çalışacağı yer oradısır: Uganda. Nicholas pılını pırtısını toplayıp Uganda'ya taşınır. Uganda'daki yoksulluğa rağmen çok mutludur. Hele bir de Idi Amin'le tanışıp kendini ona sevdirince bir anda Başkanın Doktoru oluverir. Hayat Nicholas'a güzeldir. Ne zaman ki Nicholas, Idi Amin'in karısıyla yasak bir ilişki yaşamaya başlar, işte işlerin karıştığı nokta tam burası olur. Çünkü zaman içerisinde Idi Amin de Nicholas da dürüstlüklerini yitirmişler ve zalimleşmişlerdir.

Film gerçekten çok güzel. Gerilim filmi değil ama geriyor. Politika ve politikacı ağzıyla ilgili çok ilginç göndermeler de var. Zaten yazarları da, yönetmeni de, yapımcıları da sayısız muhteşem filme imza atmış kişiler. Mutlaka izleyin derim.

Hayata İyi Seyirler...   

9 Şubat 2013 Cumartesi

"Cadı Kazanı" Kaynasın Mı???

Üniversitede öğrenciyken aldığım Drama İncelemesi dersinde incelediğimiz bir oyunun filmini izlemek beni eskilere götürdü. Açıkçası o oyunla ilgili kafamda bazı boşluklar vardı. Ama filmi izleyince o kısımlar da doldu.

Arthur Miller'ın kült eseri “Cadı Kazanı” (The Crucible) adlı oyunun aynı adlı 1996 yapımı filmine bir bakalım. 17. yüzyılda Salem'de (Cadı Avı Sembolü olan şehir) geçen hikayede John (Daniel Day-Lewis) evli barklı, geniş toprak sahibi muteber bir adamdır. Ancak evin genç yaştaki hizmetçisi Abigail (Vinona Ryder) ile yaşadığı çirkin kaçamak, John'ın da çevresindekilerin de hayatını karartacaktır. Zira onu artık istemediğini söyleyen John'a bitmek bilmeyen bir öfke duymaya başlamıştır. Bu yüzden kasabadaki bazı insanlara “cadı” damgası vurmaya başlamış ve idamları da keyifle izlemeye koyulmuştur.

Şeytan” ve “Cadı” kelimelerinin “Tanrı” kelimesinden daha fazla anıldığı ve milyonlarca insanın “Cadı Avı” adı altında türlü türlü işkencelerle katledildiği 17. yüzyıl olaylarına kısmen ışık tutan film oldukça enteresan. Dönem filmlerine ve özellikle o karanlık dönemlere meraklıysanız, izleyin derim.

Hayata İyi Seyirler...


"Gandhi" nin Yaşam Öyküsünü Merak Edenler???

Bazen süper kahramanların hayal mi gerçek mi olduğunu ayırt etmekte güçlük çekiyorum. İşte bunu hissettiğim filmlerden biri.

1982 yapımı "Gandhi". Eski olduğuna bakmayın. Bugünün filmlerine taş çıkartır. Keza bir sürü Oscar kazanmış bir film. En iyi Film, en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen dahil.

Filmin adını duyunca Gandhi ile ilgili çok az bilgi sahibi olduğumdan dolayı bu filmi bir fırsat olarak gördüm. 3 saat süren filmin sonunda Gandhi'nin aslında bir avukat olduğunu öğrendim. Gandhi'nin tıpkı Hindistan gibi İngiliz sömürgesi altında ezilen Güney Afrika'da üçüncü sınıf insan muamelesi gördüğünü öğrendim. Bu kötü muamele sayesinde beyefendinin gözünün açıldığını ve o malum halk hareketini başlattığını öğrendim. Bu süreçte ülkeyi baştan aşağıya gezdiğini, defalarca ölüm orucu tuttuğunu, defalarca hapse girdiğini, İngiliz kumaşını ve tuzunu reddederek ekonomik dengeleri sarstığını öğrendim. Ve bir de o hazin sonu; yani bir suikasta kurban giderek öldüğünü öğrendim.

Filmin çok uzun olduğunu söylemek zorundayım. Ama elbette ki öyle bir adanmışlık için az bile. "Güneş İmparatorluğu" (Christian Bale'in daha küçük bir çocukken başrol oynadığı film) adlı filmi beğendiyseniz, bunu da beğenirsiniz.

İzleyin, içiniz sevgi dolsun. İzleyin, isyan edin.

Hayata İyi Seyirler... 

7 Şubat 2013 Perşembe

"Alacakaranlık" Beni Bunalttı...

Ya ben yaşlanmışım, ya da bu gençlerin "iyi film" anlayışlarında bir sorun var. "Alacakaranlık Efsanesi" (Twilight) filmin gösterime girdiği gün sınıflarımdaki öğrencilerin yarısı okulu kırdı. Ertesi gün filmi öyle anlattılar, öyle anlattılar ki "E peki, bir izleyelim bakalım" dedim. Vampir filmlerini severim ya, zannediyorum ki bir şaheser izleyeceğim, gece korkudan sıçrayarak uyanacağım. Ama nerede? Al "Kız ve Kurt" filmini, çak "Alacakaranlık"a.

Konusundan falan hiç bahsetmeyeceğim. Ama yazık yazık. Vampir filmlerinin (kitaplarının) bir kurgusu vardır. Bir sürü kuralı, kendi içinde tutarlı yanları vardır. Aynada görüntülerinin yansımaması gibi. Güneş ışığına çıkamamaları gibi. Davet edilmedikleri hiç bir yere giremedikleri gibi. Sivri dişlerinin olması gibi, gibi gibi gibi... Ama bu film, kural falan tanımamış. Hem de basit bir senaryo uğruna. O kadar tuhaf ki vampir olmayan kız, vampirlerden daha soluk benizli. Oyunculuklar berbat (Esas kız Bella hariç). Romantizm, arabesk düzeyde. Senaryo, sıradan. 

Vampir filmi dediğin "Blade" gibi olur. Bir kuralı yıkarken kurguyu yıkmaz. Vampir filmi dediğin "Underworld" gibi olur. Işıklandırmasıyla, kostümüyle, görsel efektiyle, herşeyiyle göz doldurur. Vampir filmi dediğin "Vampirle Görüşme" gibi olur. Oyuncusu, oyunculukları, senaryosuyla hafızanızda iz bırakır.

Vaktiniz varsa başka vampir filmleri izleyin. Ya da yukarıda saydıklarıma tekrar atın.

Hayata İyi Seyirler...

"Evrim" Var Mı???

Evrimci değilim ama evrim filmlerini severim. Hele böyle bilim kurgu komedi türünde olursa daha çok severim. Çünkü çok gülünç olurlar. İşte 2001 yapımı "Evolution" (Evrim) de bunlardan biri. Filmimize bir bakalım.
Wayne adlı genç adam bir gece vakti şehrin uzak ucunda itfaiyecilik sınavına hazırlanırken arabasının üzerine bir meteor düşer. Wayne canını zor kurtarır. Sonra da meteorun düştüğü yer, olay mahaline döner. Arizona Eyaleti Devlet Üniveristesinin iki çılgın profesörü Kane ve Harry, düşen meteoru incelemek üzere olay mahaline götürürürler. Ancak bu iki bilim adamı meteorla ilgili çok ilginç bir durum farkederler. Meteorun üzerinde bir çeşit mikro organizma yaşamaktadır ve bu organizma hızla evrimleşmekte, çoğalmakta ve yayılmaktadır. Daha da kötüsü, bu durumu farkeden Amerikan Ordusu da bu konudan haberdar olmuş ve bizim iki çatlak profesörü devre dışı bırakıp işi ele almıştır. Üstelik bunu sakar oktor Bayan Reed sayesinde başarmışlardır. Şimdi sorun bir değil iki tane olmuştur. Ve bu iki soruna karşı savaşacak sadece bir avuç insan vardır.

Filmin yönetmeni, "Bağlanmak Yok" ve "Hayalet Avcıları" filmlerinin yapımcısı olan Ivan Reitman. Senaristi ise "Aile Babası" filminde de imzası olan David Diamond. 

Muhteşem bir film değil. Hatta kötü de diyebiliriz. Zaten reytingleri de çok düşük. Ama içindeki komedi unsurlarına rağmen oldukça inandırıcı ve etkiyelici. Hatta büyük ölçüde tiksindirici.

İzleyin, mideniz bulansın.

Hayata İyi Seyirler...

6 Şubat 2013 Çarşamba

"ParaNorman"

Şubat tatili boyunca animasyon stoklarını bitirmiş, yana yakıla animasyon arayan sevgili anne-babalar! Alın size kenarda köşede kalmış orta karar bir animasyon.
2012 yapımı "ParaNorman"a bir bakalım. Norman, küçük bir kasabada ablası, annesi, babası ve rahmetli büyükannesinin ruhuyla yaşayan bir çocuktur. Yanlış duymadınız, rahmetli büyükannesi dedim. Norman, paranormal güçleri sayesinde ölülerle konuşabilmektedir. Ancak buna kimseyi inandıramamaktadır. Bu yüzden ailesi devamlı Norman'ı düzeltmeye çalışmakta, arkadaşları da onunla konuşmamaktadır. Bir gün Norman'ın çatlak amcası ölür ve ruhu Norman'a gelir. Çatlak amcanın ruhu, Norman'a bir görev verir: "Kasabayı ölü kızın lanetinden kurtarmak". Norman görevi kabul etmek istemez ama kasabayı zombiler basınca başka bir çaresinin olmadığını anlar ve işe girişir.

Baştan söyleyeyim, film +7. Hatta belki +10. Yani animasyon diye çocuk filmi zannetmeyin. Zombi sahneleri bayağı gerçekçi. Kıymetli çocuklarınızı gece kabuslara boğmanın anlamı yok değil mi?

İzleyin, vakit geçirin.

Hayata İyi Seyirler...

5 Şubat 2013 Salı

Yargıç Rusty "Masum" Mu???

Zeki insanla uğraşmak zordur. Onu kandıramazsınız ama o sizi kandırabilır. Ona kazık atamazsınız ama o size kazık atabilir. Hem de bunu hiç zorlanmadan yapar. Tabi isterse... Böyle bir adamı kitabına konu etmiş olan Scott Turow'un romanından uyarlama bir film...

2011 yapımı "Masum"a (Innocent'a) bir bakalım. Rusty Sabich (Bill Pullman) bir eşi ve bir oğlu olan 60 yaşlarında bir yargıçtır. Ancak dışarıdan bakıldığında mutlu bir aile gibi görünen Sabich ailesi, 20 yıldır aşamadığı bir problemin pençesinde kıvranıp kalmıştır. Peki 20 yıl önce ne mi olmuştur? Rusty'nin metresi (aynı zamanda meslektaşı) öldürülmüş, Rusty de katil olarak yargılanmıştır. Rusty davadan berat etmiştir ama karısının gözünde kendisini hiç bir zaman aklayamamıştır. 20 yıl sonra Rusty yine bir yasak ilişki yaşamaya başlar, üstelik oğlunun kız arkadaşıyla. Ve yine bir kadın ölür. Rusty'nin karısı (Marcia Gay Hayden). İlk zanlı ise Rusty'dir. Rusty tutuklanır. Peki Rusty masum mudur, yoksa masumu mu oynamaktadır?  

Film, güzel bir roman uyarlaması. Ama sinemalarda gösterime girmedi. TV filmi olarak yayınlandı. Ünlü  ya da yüksek reytigli bir film olmamasının en önemli sebebi bu. Filmdeki tuhaf ilişkiler de seyirciyi rahatsız etmiş olmalı. Ne de olsa yargıçlık, metreslik, oğlunun kız arkadaşıyla düşüp kalkmak gibi olgular biraz tabu konular.

Mahkeme filmlerini seviyorsanız yada yukarıda saydığım tabular ilginizi çekiyorsa filmi izleyebilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

4 Şubat 2013 Pazartesi

"Şansa Bak" "50/50" Şans Mı???

Yine bir gerçek hayat hikayesi. Josheph Gordon-Levitt'e En İyi Erkek Oyuncu Adaylığı getiren ilginç bir film. 2011 yapımı "Şansa Bak"a  (50/50) bir bakalım.

Henüz 27 yaşında olan Adam, aniden omurga kanseri olduğunu öğreniverir. Sakin ve neşeli yapıya sahip olan Adam bu ürpertici durum karşısında pek fazla sarsılmaz. O kadar ki sanki başka birinin kanser olduğunu öğrenmiş gibidir. Ailesinden ayrı yaşayan Adam'ın en büyük destekçisi en iyi arkadaşı Kyle ve kız arkadaşı Rachel'dır. Bir de istemeye istemeye gittiği terapisti Katherine. Bu süre içinde bu kişilerle yaşacağı olaylar, Adam'ın hayatının akışını değiştirecektir. Bu yüzden Adam'ın kansere karşı vereceği savaş sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik olacaktır.  

Kanser gibi bir hastalığa oldukça soğukkanlı bakılmış. Hatta neredeyse hastalıkla barışık ve eğlenceli. Sanırım filmin beğeni oranlarının çok yüksek olması bundan kaynaklanıyor.

Mutlaka İzleyin. İzleyin, hayata gülümseyin.

Hayata İyi Seyirler...

"Jane Austen Kitap Kulübü" Neler Okuyacak???

İki sene önce eşinden yeni ayrılmış bir arkadaşım şöyle bir teklifle geldi:
“Kitap okuma günleri düzenleyelim. Bir kitap belirleyelim. Hepimiz bir hafta boyunca o kitabı okuyup sonra da tartışalım.” (Belki de bu filmden ilham almıştı, bilemiyorum.) Oysa biz o sıralarda pilavın dibini tutturmamaya, sütü taşırmamaya ve makinaya biberon dizmeye çalışıyorduk. Yani ne o bizi anlayabilirdi, ne de biz onu.

Dün tv'de tam da o arkadaşın bahsettiği gibi bir durum gördüm. 2007 yapımı Jane Austen Kitap Kulübü“ (Jane Austen Book Club). “Dur bakalım,” dedim. “Nasıl bir şey acaba?”. Hemen izledim tabi filmi. Anlatayım.

Filmin Jane Austen Külliyatını yalamış yutmuş birinin elinden çıktığı belli. Jane Austen'ın altı muhteşem eseri için altı karakter çizilmiş. Her biri kitaplarda anlatılan karakterlerin birer temsilcisi. Birincisi eşinden yeni ayrılmış orta yaşlı bir kadın. İkincisi o kadının en iyi arkadaşı. Üçüncüsü o kadının maceraperest kızı. Dördüncüsü yedi kocalı hürmüz. Beşincisi evli olmasına rağmen öğrencisine aşık bir kadın. Sonuncusu ve en renkli olanı deli dolu genç bir adam. Bu altı kişi her ay bir Austen kitabı okuyup tartışıyorlar. Bu sırada da hayatın akışı kitaplara paralel olarak devam ediyor.

Film çok durağan, ama ilginç. Pek çok da ünlü oyuncu var. Tam bir “kadın filmi”. Bu yüzden sevgili hanımlar, sakın “bir film kiraladım” deyip yanınızdaki adamı deliye döndürmeyin. İlla ki izleyecekseniz, erkeksiz izleyin.

Hayata İyi Seyirler...

3 Şubat 2013 Pazar

"Tatlı Cadı"yı Özlediniz Mi???

12 yaşındaki komşu kızı bir gün "Yasemin Abla, beni sinemaya götürür müsün?" diye sordu. Götürülmez mi! Hemen o günki filmlere bir göz atıp, sonra da tutup kızı "Tatlı Cadı"ya (Bewitched'e) götürdüm. Ben filmin sonuna kadar gülümsedim, küçük hanım filmin sonuna kadar güldü. Bu da bende tatlı bir hatıra olarak kaldı:)

2005 yapımı filme bir bakalım. Cadı Isabel (Nicole Kidman) artık normal bir insan olmaya karar verip, babasının tüm karşı çıkmalarına rağmen Dünya'ya gelir. Kendine mümkün olduğunca sıradan bir hayat kurar ve bu halinden çok memnundur. Ancak star olmayı bir türlü başaramış olan tv aktörü Jack (Will Ferrell), Isabel'i keşfeder ve onu elemelere götürür. Isabel, bir anda elemelerin yıldızı oluverir. Zira Isabel'e teklif edilen rol "Tatlı Cadı Samantha" rolüdür. Isabel, hiç zorlanmadan aldığı bu rolü hemen kapar ve dizinin yıldızı olur.

Samantha'lığın Nicole Kidman'a çok yakıştığını söylemek yerinde olur. Ama filmin vasat olduğu da çok açık. Alışık olduğumuz Tatlı Cadı Samantha hikayelerinin çok uzağında. Sanırım film o yüzden tutmadı.

Yürekten tavsiye edebileceğim bir film değil, ama 12 yaşındaki kızları mutlu edeceği garanti.

Hayata İyi Seyirler...

"Mezuniyet Balosu" Eğlence mi, Eziyet Mi???

11. sınıflarda okuttuğum kitabın ilk ünitelerinde bir konu vardı. “Geçmişte ve Günümüzde Mezuniyet baloları” temalı. Okuma parçasının yanında da iki fotoğraf vardı. Biri 50 yıl önceki bir baloda çekilmiş. Nikaplı giyimli bir grup öğrencinin siyah beyaz fotoğrafı.

Diğeri ise günümüz balolarından bir görüntü. Erkekler smokinli, kızlar afet. Limuzin fiyatları, salonunun bulunduğu otelde konaklama ve ertesi gün kahvaltısı...

Parça elbette ki gençlerin bu olayı ne kadar çok abarttıklarından bahsediyor.
Ben de acaba bu kadar var mıdır diye düşünürken tv'de bir filme rastladım. İzlemek farz oldu yani.
2011 yapımı “Mezuniyet Balosu” (Prom) adlı komantik komediye bir bakalım. Nova, okulun cici kızlarından biridir. Aynı zamanda son sınıfların mezuniyet balosunu düzenleyecek olan komisyonun başındadır. Komisyon tam da gece gündüz çalışıp balo hazırlıklarını tamamlamaya yaklaşmışken salonda çıkan küçük çaplı yangın herşeyi mahvetmiştir. Komisyon bir anda heyecanını yitirmiş, kimse baştan başlayacak gücü bulamamıştır. Ancak Nova pes etmemeye kararlıdır. İhtiyacı olan tek şey bir yardımcıdır. Bu kişi ise okulun müdürü tarafından zorla görevlendirilmiş kötü çocuk Jesse olacaktır.

Filmde sadece bu ikisinin hikayesine değil, daha pek çok hikayeye rastlıyoruz. Partner bulma, partner bulamama, teklif etme, bir darılma bir barışma, kırılma, incinme, sevinme... Ve daha pek çok yönüyle ele alınmış baloya bakış açıları. Gerçekten de kitapta anlatıldığı kadar varmış.

Bizim kültürümüzden çok uzak. Ve bunun için binlerce kez şükür. Basit ama (bence) belgesel niteliğinde bir film.

İzleyin, halimize şükredin.

Hayata İyi Seyirler...

2 Şubat 2013 Cumartesi

"Gerçek Yalanlar"

Arnold... Arnold... Yıllar önce video kasetini defalarca izlediğim aksiyon komedi filmi... "Gerçek Yalanlar" (True Lies)... Televizyonda yeniden rastlanır da izlenmez mi? İzlenir.
1994 yapımı efsane filme bir bakalım. Harry (Arnold Schwarzenegger) bir gizli ajandır. Hatta o kadar gizlidir ki ailesinin bile bundan haberi yoktur. Harry gece gündüz James Bond'luk yaparken karısı ve kızı onun sıkıcı bir bilgisayar satıcısı olduğunu düşünmektedirler. Harry'nin, karısını bu kadar çok ihmal etmesi hiç beklenmedik bir sonuç doğrurur: Harry aldatılır. Daha doğrusu Harry öyle zanneder. Tamamen yıkılan Harry kovaladığı işi askıya alır ve eldeki tüm imkanları karısına kilitler. Ama ne zaman ki askıya aldığı iş, Harry'yi ve karısını rehin alır, işte o zaman tüm yalanlar açığa çıkmaya başlar.

James Cameron imzalı film gerçekten çok komik ve sıradışı. Komik ögelerin bazen saçma ve fantastik durdukları doğru. Hatta Jamie Lee Curtis'in dans sahnesini fast forwardlamak zorunda kalabileceğinizi söylemek zorundayım. Bir kaç filmlik konunun tek bir filmde toplanması da sadece James Cameron gibi bir kaç yönetmenin başarabileceği bir şey. Hele filmin sürpriz sonu tahmin edilir gibi değil.

İzleyin, gülün, eğlenin.

Hayata İyi Seyirler...   

"Zırhlı Kuvvetler" Nasıl Bir Yanlışa Düşecek???

İyice köşeye sıkıştığınız bir anda yasadışı ve ahlak dışı bir iş teklifi gelse kabul eder misiniz? İsterseniz önce filmi bir okuyun, sonra düşünün.
2009 yapımı "Armored" (Zırhlı Kuvvetler) adlı filme bir bakalım. Bir grup güvenlik görevlisi, ekmeklerini para taşıyan zırhlı araçları koruyarak kazanmaktadır. Arkadaşlıkları uzun yıllara dayanmaktadır. Hepsi de geçim sıkıntısı çekmektedir ancak içlerinde durumu en kötü olanı Hackett (Columbus Short)'tır. Zira banka (aynı zamanda savaş gazisi olan) Hackett'in evine el koymak üzeredir ve Sosyal Hizmetler de kardeşini de korumaya almaya çalışmaktadır. Tüm bu sıkıntılar Hackett'ı iyice köşeye sıkıştırır ve Hackett arkadaşlarının teklifini kabul etmek zorunda kalır. Peki teklif ne midir? Korudukları araçları soymak. Altı kişinin planladığı soygun başta tıkır tıkır işlemiştir. Ancak soygun esnasında bir evsizin vurulmasıyla Hackett nasıl bir yanlışa düştüğünü anlar ve pişman olup taraf değiştirir. Diğerleri ise hapse girmek niyetinde değildir ve soygunu bir kenara bırakıp Hackett'ı öldürmenin peşine düşerler.  

Filmin başrolü hariç neredeyse diğer tüm karakterler ünlü isimler tarafından canlandırılıyor. Matt Dillon, Lawrence Fishbourne ve Jean Reno bu isimlerden bazıları.

Filmde pek öyle usta oyunculuklara rastlamadığımız kesin. Muhteşem görsel efektler ya da olağan üstü diyaloglar da yok. Filmin sürekliyici olduğu söylenemez ama izlenmeyecek kadar kötü de değil.

İzleyin, "Zararın neresinden dönülse kardır" deyin.

Hayata İyi Seyirler...