Bir sinemaseverin başına gelebilecek en kötü şey nedir? Ne olabilir? Ben söyleyeyim. Film izlemeye "Dünyanın En İyi Filmi"ni izlemek başlamasıdır. Neden mi? Çünkü artık daha sonra izlediği tüm filmlerde aynı tadı arar. Ama asla bulamaz.
İşte benim başıma bu geldi. 1994 yapımı Esaretin Bedeli (Shawshank Redemption), ben daha 13 yaşındayken televizyonda bilinçli olarak izlediğim ilk filmdi. O zamanlar gazeteler tv rehberleri verirlerdi. Haftalık yayınlar tek tek saat saat orada yazardı. Ben de rehbere baktım ve "Aaa akşama bir film varmış, izleyeyim bari dedim." Akşam olunca ailecek oturup filmi izledik. Sonra ne mi oldu? Sonra ben üç gün kendimi Andy Duphresne zannettim. Nereden geldiğimi anlayamadım. Tıpkı Andy'nin hücre cezası alıp içeride (yani beyninde) Mozart dinlediği gibi ben de beynimde Andy'yi oynadım. Rüyalarımda Andy'ydim. Bir kaç gün Andy gibi az ve öz konuştum, çünkü kafam doluydu. Tıpkı Andy gibi. Sonra yavaş yavaş travmayı atlattım, depresyondan çıktım.
Şikayetçi değildim. Sinemaseverlik bana babadan miras bir hobiydi. Babam gibi ben de film izlemeyi çok seven, çok da film izleyen biriydim. Ama bu filmin bendeki etkisi, beni bir film tiryakisine dönüştürmesi oldu. Zira ben artık hep o tadı aradım (hiç bulamadım, o ayrı konu). Yine de şikayetçi değilim. Çünkü benim için esaretin bedeli budur.
Hayata İyi Seyirler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder