6 Ekim 2013 Pazar

"Kontes" Kör Bir Diplomat ve Eski Bir Kontes'in Hikayesi...

Şu Ralph Fiennes bu devrin adamı olmamalıymış. Böyle; derebeylik dönemlerinde falan yaşamalıymış. Zira o kostümler ve o aristorkrat tavırlar beyefendiye cuk oturuyor. Adam sanki Lord Henry (Dorian Gray'in Portresi'ndeki Lord Henry gibi).

Her neyse... Beyefendinin bu tür bir rolü daha başarıyla canlandırdığı dramatik bir aşk filmine göz atalım. 2005 yapımı "Kontes" (The White Countess) gerçek hikayelerden yola çıkılarak yapılmış bir film. 1930'lu yıllarda Şangay'da geçen bir film. Hikayeye göre Todd Jackson, Şangay'da yaşayan Amerikalı bir diplomattır. Kendisi esprili, karizmatik, iyi giyimli, orta yaşlı, bekar bir adamdır. Tek sıkıntısı ise maalesef kör olmasıdır. Bay Jackson buna rağmen hayattan kopmamış, aksine her gece barlarda sabahlayan eğlenceli biridir. Yine de Şangay'daki barların hiç birinden memnun değildir. Bay Jackson bir akşam gittiği bir barda bir kadınla tanışır. Kadın bir nevi konsomatristir. Ancak bu kadın sıradan bir kadın değildir. Bu kadın, ülkesinden kovulmuş ve Şangay'a sığınmış eski bir kontestir. Jackson kör gözlerine rağmen bu kadındaki o hüzünlü güzelliği fark eder. Ve işte bu kadın Jackson'ın hayatına, kalbindeki en derin yaraları bile yeniden kanatacak bir bıçak gibi saplanacaktır.

Film çok trajik ve dramatik. Ama filmin bir sıkıntısı var. Seyirciye bir ön bilgi vermediği için bazı duygu ve düşünceler havada asılı kalıyor. O yüzden filmi izlemek isteyenler için küçük bir bilgi vereyim: I. Dünya Savaşına müteakip Bolşevik İhtilalinden sonra aristokrat sınıf ve sosyal dereceler bir anda önemini yitirmiştir. Hemen ardından komünizm de ilan edilince yüz yıllardır süren kont, baron, dük, düşes, kontes vb. her türlü ünvan sahibi şahsın mallarına el konmuştur. Sonra da bu kişiler ülkeden kovulmuşlardır. İşte bu sebeple bunu anlatan yüzlerce trajedik eser bulunmaktadır. (Bu da şirketten olsun:))

Velhasıl kelam; film fena değil. "Onegin", "İngiliz Hasta" yada özellikle "Soğuk Dağ" gibi filmleri sevdiyseniz, bunu da seversiniz. En kötü ihtimalle Ralph Fiennes'i izlemiş olursunuz;)

Hayata İyi Seyirler...

 

Hiç yorum yok: