Roman uyarlamalarını her zaman çok
sevmişimdir. Altyapıları güçlü olur. En ince detaylar bile
düşünülür, kurguya ve hikayeye güç katar. Hele bir de iyi bir
yönetmenin elinden çıkarsa tadına doyum olmaz.
İşte Bourne serisi de bunlardan
biri. Örneğin, aksiyon filmlerinin kült sahnesi “trafikte takip”
sahneleri hem çok emek ister hem de çok masraflıdır. İyi
adamlarla kötü adamlar alel acele buldukları bir arabaya binerler;
birbirini kovamaya başlarlar. Bu sırada ters yönlere girilir;
arabalar son sürat ve bağrış çağrış sürülür; kaldırımlara
çıkılır; civardaki cafelerin tüm masalarına çarpılır;
itfaiye muslukları yıkılır; bazen kapalı bazen yarı kapalı
binalara girilir çıkılır; ateş açılır; arabalar çarpışır
ve ters döner; kimse ölmez (kafasından vurulan kişi hariç);
kadın erkek çoluk çocuk bütün sürücüler adeta Formula 1
pilotu gibidir. Ve hepsi şehrin yollarını çok iyi bilir.
İşte benim takıldığım nokta
bu: Birinci filmde Jason Bourne, peşindeki adamlardan kaçmak için
daha biraz önce tanıştığı kızın arabasına biner. Sürücü
koltuğuna oturur. Emniyet kemerini bağlar. Haritayı açar. Kendine
bir varış noktası seçer. Hızla ve dikkatle bir güzergah
belirler. Yanında oturan kızı da uyardıktan sonra artık
kahramanımız yola çıkmaya hazırdır. Ve kovalamaca başlar. Bu
hazırlık filmin sadece 30-40 saniyesini alır. Ancak filmi
sıradan aksiyonlardan açık ara farkla ayırır.
Serinin 4. filmi olan “The Bourne
Legacy” ağustos ayında gösterime girdi. Ancak bu kez başrolde
Matt Damon yerine Jeremy Renner'ı görüyoruz. Oyuncu değişikliği
meselesini bir kenara koyuyorum. Fakat maalesef bu kez film, gizeminden
geçilmeyen, bilim kurgusal bir kılığa bürünmüş. Bizim şu
roman uyarlamalarından çok uzak.
Bence Bourne serisini çok seviyorsanız, 4. filmi izlemeyin. Sevmiyorsanız da; ne diyebilirim ki zaten izlemezsiniz. İzlenecek bir sürü başka film var, siz en iyisi onları izleyin.
Hayata İyi Seyirler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder