25 Eylül 2012 Salı

"Bourne"lara n'olmuş böyle???


Roman uyarlamalarını her zaman çok sevmişimdir. Altyapıları güçlü olur. En ince detaylar bile düşünülür, kurguya ve hikayeye güç katar. Hele bir de iyi bir yönetmenin elinden çıkarsa tadına doyum olmaz.

İşte Bourne serisi de bunlardan biri. Örneğin, aksiyon filmlerinin kült sahnesi “trafikte takip” sahneleri hem çok emek ister hem de çok masraflıdır. İyi adamlarla kötü adamlar alel acele buldukları bir arabaya binerler; birbirini kovamaya başlarlar. Bu sırada ters yönlere girilir; arabalar son sürat ve bağrış çağrış sürülür; kaldırımlara çıkılır; civardaki cafelerin tüm masalarına çarpılır; itfaiye muslukları yıkılır; bazen kapalı bazen yarı kapalı binalara girilir çıkılır; ateş açılır; arabalar çarpışır ve ters döner; kimse ölmez (kafasından vurulan kişi hariç); kadın erkek çoluk çocuk bütün sürücüler adeta Formula 1 pilotu gibidir. Ve hepsi şehrin yollarını çok iyi bilir.
İşte benim takıldığım nokta bu: Birinci filmde Jason Bourne, peşindeki adamlardan kaçmak için daha biraz önce tanıştığı kızın arabasına biner. Sürücü koltuğuna oturur. Emniyet kemerini bağlar. Haritayı açar. Kendine bir varış noktası seçer. Hızla ve dikkatle bir güzergah belirler. Yanında oturan kızı da uyardıktan sonra artık kahramanımız yola çıkmaya hazırdır. Ve kovalamaca başlar. Bu hazırlık filmin sadece 30-40 saniyesini alır. Ancak filmi sıradan aksiyonlardan açık ara farkla ayırır.

Serinin 4. filmi olan “The Bourne Legacy” ağustos ayında gösterime girdi. Ancak bu kez başrolde Matt Damon yerine Jeremy Renner'ı görüyoruz. Oyuncu değişikliği meselesini bir kenara koyuyorum. Fakat maalesef bu kez film, gizeminden geçilmeyen, bilim kurgusal bir kılığa bürünmüş. Bizim şu roman uyarlamalarından çok uzak.

Bence Bourne serisini çok seviyorsanız, 4. filmi izlemeyin. Sevmiyorsanız da; ne diyebilirim ki zaten izlemezsiniz. İzlenecek bir sürü başka film var, siz en iyisi onları izleyin.

Hayata İyi Seyirler...


Hiç yorum yok: