27 Ekim 2013 Pazar

Allah Rızası İçin Biri Şu Dune'u Bir Daha Çeksin...

Dune (1984) Poster
1984 yapımı Dune
Şahsen en sevdiğim romanlardan biridir "Dune: Çöl Gezegeni." (Gerçi tiryakileri, serinin diğer kitaplarını daha çok beğeniyorlar ama ben onları okumadım.)

Hikaye müthiştir. Olay uzak bir gelecekte geçmektedir. Hikayeye göre çağın vebası, susuzluktur. O kadar ki birine verilecek en büyük hediye tükürüktür. Zira su o kadar kıymetlidir. Başka spoiler veremeyeceğim, kusura bakmayın.

Frank Herbert'in yazdığı roman için 1984'te bir film çekilmiş. Kabul ediyorum, film muhteşem. Ama kendi dönemi içinde değerlendirilirse.

E tabi bizim beğenilerimiz değişti şimdi. Benim şu "Hollywood İhtişamı" diye adlandırdığım görsel ve işitsel ögeler elbette ki şu anda bizleri yeterince doyurmaz. Hele yeni nesil izleyiciler için hiç bir şey ifade etmez.

O yüzden biri Allah rızası için biri şu Dune'u bir daha çeksin... Bir daha çekilsin ki doya doya izleyelim.

Hatta ben yapımcı olsam: "Peter Jackson! Gel kardeşim! Al şu romanı; oku baştan sona; sonra da üç film çek." derdim. Ha bir de eklerdim, "Yalnız başrolünde Orlando Bloom oynasın" diye. (Tamam bu konuda biraz sübjektif davranmış olabilirim. Hoşgörün:))

Velhasıl kelam. "Dune" bir daha çekilsin vesselam:)

Hayata İyi Seyirler...

"RoboCop" Geliyoooor!!!

Ben 81'liyim. Benim jenerasyon çok iyi bilir Robocop'u. Ufffff, nasıl karizmadır, nasıl korkusuzdur... Öyle böyle değildir. E tabi hazır bu kadar güçlü bir karakter ve elde de bu kadar güçlü teknoloji varken yararlanmamak olmaz değil mi? Yapımcılar da böyle düşünmüş ve 1987 yapımı karakteri yeniden canlandırmaya karar vermişler.

Filmde Alex Murphy'yi Joel Kinnaman canlandırıyor. Genç oyuncuyu -ismini ezbere bilmesek de-pek çok filmden tanıyoruz. Ama beyefendi -umarım ki- bu filmden sonra ismini de hafızalarımıza kazıyacak.
 
2014'te gösterime girecek olan RoboCop, muhtemelen belli bir sahneye kadar '87 yapımı filme çok yakın bir senaryoyla devam edecek. Hani şu mutlu aile babası ve aynı zamanda cesur bir polis olan Alex Murphy'nin bir operasyonda ağır yaralanması; arkasından yarı insan yarı robot bir polise dönüştürülmesinin hikayesi. Diğer taraftan hikayenin nasıl devam edeceği meçhul.

Reprodüksiyon olayı zordur. Çünkü istesek de istemesek de kıyaslama yapacağız. Bu iş Total Recall'larda da böyle oldu; Don'larda da böyle oldu; Örümcek Adam'larda da böyle oldu... Liste uzayabilir tabi ki.
 
Filmi bir izleyelim, sonra da yorumlarımızı yazarız. O yüzden şimdilik bu konuyu burada kapatıyoruz. Sonra görüşmek üzere...

Hayata İyi Seyirler...

22 Ekim 2013 Salı

Michael Collins: IRA'nın Kurucusunun Gerçek Hikayesi...

Bir oyuncunun yeteneklerini sergileyebileceği en kritik filmler genellikle biyografiler oluyor. Liam Neeson'ın da oyunculuğunu konuşturma fırsatı bulduğu bir film var. Tam olarak biyografi olmasa da gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlama. Peki bu büyük rol ne mi? IRA'nın kurucusu Michael Collins rolü.

Gelin önce filme bir bakalım. 2005 yapımı “Michael Collins” (Nedense “Özgürlüğün Bedeli” diye çevirmişler?!) trajik bir hikayeyi anlatıyor. Hikayeye göre İrlanda, 700 yıldır İngiliz Krallığı tarafından sömürülmektedir. Ancak I. Dünya Savaşı sonrası tüm dünyayı saran milliyetçilik akımı nihayet İrlandalıları da sarmış ve İrlandalılar İrlanda Cumhuriyetini kurmaya karar vermişlerdir. İngiltere'ninse İrlanda'ya cumhuriyet hakkı vermeye hiç niyeti yoktur. Bu yüzden İrlandalı kanaat önderleri gizlice örgütlenip büyük bir darbe planlamaya karar verirler. Örgütün kurmayları arasında ise işin istihbarat ve askeriye kanadını yürüten Michael Collins adında bir genç vardır. Collins heyecanlı ve tutkulu bir gençtir. Yetenekleri ve zekasıyla da büyük şefin dikkatini çekmiştir. Bu sebeple büyük şef, çıkacağı uzun soluklu seyahati süresince direnişin yönetimini Collins'e bırakmaya karar verir. İşte bu olay, İRA'nın kuruluşunun ve Collins'in yükselişinin başlangıcı olacaktır.
 
Filmde Michael Collins'i elbette ki Liam Neeson oynuyor. Beyefendi bu güçlü rolün altından kalkmayı çok iyi başarmış. Filmde Liam Neeson'a bir kaç tane de tanıdık isim eşlik ediyor. Mesela en iyi arkadaş rolünde Aidan Queen ve esas kız rolünde de Julia Roberts yer alıyorlar. 
 
Filmi konusu enteresan. Ama maalesef bazı sıkıntıları var. Mesela takibi çok zor. Sıralı hikayeler aşırı hızlı ilerliyor ve chapterlar yeterince iyi işlenmemiş. Ama siyasi alt yapınız güçlüyse sıkıntı yok.
 
İzleyin. Yada izlemeyin. Ne bileyim işte, siz bilirsiniz.
 
Hayata İyi Seyirler...

7 Ekim 2013 Pazartesi

"Pasifik Savaşı" Ya Uzaylılar Uzaydan Gelmezse???

Geçen sene eşimle sinemaya gitmiştik, ama hangi film olduğunu hatırlamıyorum. Orada gösterime girecek olan filmlerden birinin fragmanını görmüştük ve daha ilk sahnesinden filmin sonunu tahmin edebilmiştik. O yüzden de filmi sinemada izlemeye değer bulmamıştık. YANILMIŞIZ:)

Neymiş o film? Gelin önce bir bakalım şöyle bir özetine. Ondan sonra niye yanıldığımızı anlatayım. 2013 yapımı “Pasific Savaşı” (The Pasific Rim) adlı film bir bilim kurgu filmi. Olay 2020 yılında geçmektedir. Hikayeye göre yıllar boyu Dünya'yı gökyüzünden istila etmesi beklenen uzaylılar Pasifik Okyanusunun altından peyda olmuştur. Peki Kaiju denen bu yaratıklar oraya nasıl girmişlerdir? Anlatayım. Dinozor ve ejderha benzeri Kaijular bir geçiş portalı vasıtasıyla Dünyanın merkezine girmeyi ve oradan da yeryüzüne ulaşmayı başarmışlardır. Bu yüzden tüm insanlık, kendi iç çekişmelerini bir kenara bırakıp; bu küresel faaliyetle mücadele etmeye başlamıştır. Bunun için de Jeager adını verdikleri devasa robotlar icat etmişlerdir. (Aslında android desek daha doğru; çünkü karşı-etkileşimli değişik bi şey) Ancak bu robotların etkileşimli yapısı, tek bir pilot için aşırı ağır gelmiş ve pilotları hırpalamıştır. Bu sebeple Jeagerlar, iki pilot tarafından kullanılacak şekilde yeniden tasarlanmıştır. Böylece pilotların sağ ve sol beyinleri robotların sağ ve sol yarılarını yönetecek şekilde yeniden dizayn edilmiştir. Yani bir robot, iki pilot, 4 lop. Jeagerlar vasıtasıyla sanal olarak birbirlerinin beynine giren pilotlar Kaiju'ları bir müddet haklamayı başarmışlardır. Ama sonraaaaaaaaaa...
Filmde öyle çok şöhret oyuncular yok. Bir tek yıllar önce "Nicholas Nickelby"de başrol olarak izlediğim Charlie Hunnam ile çeşitli filmlerden tanıdığım Idris Elba var. Filmin senaristi ve yönetmeni ise aynı kişi: Guillermo del Toro.

Filmle ilgili fikirlerime geri dönecek olursak, mutlaka sinemada ve üç boyutlu izlenmesi gereken bir filmmiş. Bir ara nefesimi falan tutuyordum yani o derece. Öyle çok süper bir senaryosu yok. Sonu ise daha başından belli. Ama görsel efektleri ve özgün teması (çift pilot olayını kastediyorum.) çok güzel. Hele bilim kurgu seviyorsanız, mutlaka izlemeniz lazım. 

Transformers, The Matrix: Revolutions, Independence Day gibi filmleri beğeniyorsanız, buna da bayılırsınız diye düşünüyorum.

Hayata İyi Seyirler...

6 Ekim 2013 Pazar

"Kontes" Kör Bir Diplomat ve Eski Bir Kontes'in Hikayesi...

Şu Ralph Fiennes bu devrin adamı olmamalıymış. Böyle; derebeylik dönemlerinde falan yaşamalıymış. Zira o kostümler ve o aristorkrat tavırlar beyefendiye cuk oturuyor. Adam sanki Lord Henry (Dorian Gray'in Portresi'ndeki Lord Henry gibi).

Her neyse... Beyefendinin bu tür bir rolü daha başarıyla canlandırdığı dramatik bir aşk filmine göz atalım. 2005 yapımı "Kontes" (The White Countess) gerçek hikayelerden yola çıkılarak yapılmış bir film. 1930'lu yıllarda Şangay'da geçen bir film. Hikayeye göre Todd Jackson, Şangay'da yaşayan Amerikalı bir diplomattır. Kendisi esprili, karizmatik, iyi giyimli, orta yaşlı, bekar bir adamdır. Tek sıkıntısı ise maalesef kör olmasıdır. Bay Jackson buna rağmen hayattan kopmamış, aksine her gece barlarda sabahlayan eğlenceli biridir. Yine de Şangay'daki barların hiç birinden memnun değildir. Bay Jackson bir akşam gittiği bir barda bir kadınla tanışır. Kadın bir nevi konsomatristir. Ancak bu kadın sıradan bir kadın değildir. Bu kadın, ülkesinden kovulmuş ve Şangay'a sığınmış eski bir kontestir. Jackson kör gözlerine rağmen bu kadındaki o hüzünlü güzelliği fark eder. Ve işte bu kadın Jackson'ın hayatına, kalbindeki en derin yaraları bile yeniden kanatacak bir bıçak gibi saplanacaktır.

Film çok trajik ve dramatik. Ama filmin bir sıkıntısı var. Seyirciye bir ön bilgi vermediği için bazı duygu ve düşünceler havada asılı kalıyor. O yüzden filmi izlemek isteyenler için küçük bir bilgi vereyim: I. Dünya Savaşına müteakip Bolşevik İhtilalinden sonra aristokrat sınıf ve sosyal dereceler bir anda önemini yitirmiştir. Hemen ardından komünizm de ilan edilince yüz yıllardır süren kont, baron, dük, düşes, kontes vb. her türlü ünvan sahibi şahsın mallarına el konmuştur. Sonra da bu kişiler ülkeden kovulmuşlardır. İşte bu sebeple bunu anlatan yüzlerce trajedik eser bulunmaktadır. (Bu da şirketten olsun:))

Velhasıl kelam; film fena değil. "Onegin", "İngiliz Hasta" yada özellikle "Soğuk Dağ" gibi filmleri sevdiyseniz, bunu da seversiniz. En kötü ihtimalle Ralph Fiennes'i izlemiş olursunuz;)

Hayata İyi Seyirler...

 

"Mud"... Çamur'dan bir İlişki...

Ergenlik çağındayken hepimiz macera aramışızdır. Çoğu zaman da macera ararken belamızı bulmuşuzdur. Varsa itirazı olan söylesin:))) Şimdi bahsedeceğim filmde de işte böyle bir hikaye var. Gelin önce filmimize bakalım. Sonra da konuyla ilgili yorumlarımıza geçelim.

2012 yapımı "Mud" (Mud) adlı filmde tuhaf bir hikaye anlatılıyor. Olay, Arkansas'ta geçmektedir. Yani Missisippi'nin en büyük koluna komşu ve herkesin balıkçı olduğu bir nehir kasabasında. Hikayeye göre 14-15 yaşlarındaki iki çocuk Ellis ve Neck, bir sandala binip nehrin üzerindeki adacıkların birinde macera aramaya kalkarlar. Peki bulurlar mı? Evet, hem de en alasından. Zira adadaki ağaçların birinin tepesinde mavi bir tekneyle karşılaşırlar. İşte bela o teknenin içinde yaşamaktadır. Belanın adı Mud'dır. Mud, tuhaf giyimli acayip bir adamdır. Ancak çocuklar zamanla Mud'la yakınlaşırlar. Görünüşe göre Mud, inzivaya çekilmiş biri değildir. Mecburiyetten dolayı oraya gizlenmiş durumdadır. Diğer taraftan Mud'ın niyeti elbette ki ömür boyu o ağaç tepesindeki teknede yaşamak değildir. Mud oradan kurtulmak istemektedir. Peki bu çocuklar Mud'a yardım edecekler midir? Yoksa Mud'la ilgili gerçekleri öğrenip yapmaları gereken şeyi mi yapacaklardır? 

Filmde Mud'ı Matthew McConaughey oynuyor. O yakışıklı adamın nereye gittiğini çok merak ediyorum doğrusu. Çok çikin olmuş:) Ellis ve Neck'i oynayan çocuklar ise çok çok çok başarılılar. İkisini de çok beğendim. Hatta bence filmin en güzel yanı o iki çocuk. Çocukların oyunculukları süper ötesi. Oynadıkları karakterler de çok zeki, çevik ve ahlaklı. Hatta film sırf oyunculukla yürüyor diyebilirim.

Filme gelince. Aykırı bir senaryo olmakla birlikte sonu tahmin edilemeyen ilginç bir hikaye. Ancak film bir nebze sıkıcı. Adrenalin, görsel efekt, cinsel içerik, ihtişam gibi cazibe unsurlarından uzak. Üstelik bazı zorlama müdahaleler var. Ama görmezden gelinebilir.

Yine de senaryonun ve oyunculukların hatırına izleyin, hoşunuza gidebilir. En azından ergenlikte aradığınız maceralara doğru bir yolculuk yapıp gülümsersiniz.

Hayata İyi Seyirler...

P.S. Filmde bir de sürpriz bir bayan oyuncu var. Reese ... Meraklısına:)