29 Aralık 2013 Pazar

"Uçaklar" Animasyon Filmi...

Hafta sonu çocukları oyalamak kolay olmuyor. Hele benimkiler gibi tv izlemeyi sevmeyen çocukları. Ben de mecburen piyasanın güzel animasyonlarını bulabilmek için aranıp kalıyorum. İşte bulduklarımdan biri. Ama güzelliğine çirkinliğine sonra değineceğim.

2013 yapımı "Uçaklar" (Planes) filmine hoşgeldiniz. Filmde Dusty, bir çiftçi köyünde yaşayan küçük çaplı bir tarım uçağıdır. Genç Dusty'nin hayatı alçaktan ve yavaş uçmakla geçmiştir. Ama Dusty'nin en büyük hayali hızlı bir yarışçı olmaktır ve Dusty bu uğurda her yolu denemektedir. Sağlığını bozmak pahasına bile olsa. Bir gün Dusty didine didine Dünyayı Saran Kanatlar Yarışmasının elemelerine katılır ve bir şekilde ilk beşe girmeye hak kazanır. Dusty artık büyük yarışa davetlidir. Bu yarışa hazırlanabilmesi için Dusty'nin biraz zamanı ve ona yardım edebilecek bir kaç iyi arkadaşı vardır. Peki acaba bunlar ne derece yeterli gelecektir. 

Filmde Dusty'yi Mustafa Sandal seslendiriyor. Filmin görüntü özelliklerine diyecek bir şeyim yok. O iş artık kolay hallediliyor. Amaaaaa...

Bu tür filmleri film yapan asıl mesele artık senaryo. Ve maalesef bu filmin senaryosu çok basit ve sıradan. "Arabalar" gibi muhteşem ve dahice bir animasyondan sonra bu filmi hiç yakıştıramadım bu firmaya. Nitekim bu durum filmin gişesine de, reytinglerine de, patentli ürün satışına da olumsuz olarak yansıdı.

Ha filmi tavsiye ediyor muyum? 5-10 yaşlarındaki bir çocuğu kandırır. Ama sizi kandıramaz.

Hayata İyi Seyirler...


27 Aralık 2013 Cuma

"Aşkım Benim" Karışık ve Trajedik Bir Hikaye...

Ne zamandır yazmak istediğim, ama bir türlü yazamadığım bir film vardı. Yanlış anlamayın: yazamama sebebim fırsat bulamamak değil; filmi anlayamadığımdandı. Bugün filmi yine izledim ve işte bu sefer oldu. Hemen başlıyorum.

2012 yapımı "Aşkım Benim" (Bel Ami) adlı film trajedik bir dram filmi. Hikayeye göre Georges, 1. Dünya Savaşından sağ salim dönen varoşlu bir gençtir. Hırsları vardır ama hayata karşı fazlasıyla acemidir. Daha da önemlisi cebinde beş kuruş parası yoktur. Georges hırslarını kovalamak adına Paris'e gider. Orada şans eseri eski bir tanıdıkla karşılaşır. Adam gazete sahibidir ve Georges'a bir makale yazması için şans verir. Ancak edebiyattan hiç anlamayan Georges berbat bir yazı yazar ve diğer yazarların önünde küçük düşer. Georges'un bu durumu hızla kurtarması gerekmektedir. Genç adam kendine yer edinmenin kolay olmadığını anlar. Bu sebeple sınıf atlamanın kestirme bir yolunu bulur: Jet sosyetenin ve siyaset adamlarının hanımlarıyla düşüp kalkmak. Georges böylece (sözde) hem politika dünyasıyla ilgili güvenilir bilgiye, hem de büyük bir servete kavuşacaktır.

Filmde tanıdık isimler var. Robert Pattinson gibi, Uma Thurman gibi.

Film bir roman uyarlaması. Guy de Maupassant'ın bir romanından uyarlama. Ama ne yazık ki kötü bir uyarlama. Filmin konusu çok güzel. Senaryosu da öyle. Ama filmi anlamak ve takip etmek çok zor. İki üç kere izleyince ancak anlaşılıyor Ya da benim IQ'um o kadarına yetiyor. İsterseniz izleyip, kendiniz karar verin.

Hayata İyi Seyirler...

26 Aralık 2013 Perşembe

"X-Men" Serisine Kuş Bakışı...

X-Men'lerle üniversite yıllarımda tanıştım. 2000'lerin başlarında yani. O güne kadar çizgi romanları falan hiç ilgimi çekmemişti nedense. Tanışınca da bir tanıştım, pir tanıştım tabi. Tahmin edeceğiniz gibi zaman içerisinde X-Men filmlerinin ardı arkası kesilmedi ve benim doğal olarak benim X-Men'lere olan ilgimde hiç bir eksilme olmadı tabii. Gelin sizle bugün o muhteşem mutantların gel gitli yaşamlarına ve var olma çabalarına şahitlik edelim.

X-Men (2000)

Serinin ilk filmi "X-Men" 2000'de çekildi. Hikayeye göre mutant Profesör Xavier, mutant çocukların güvenliği ve eğitimi için açtığı okulda ekibiyle birlikte eğitim veriyordu. Okula yeni gelen kız öğrenci Rogue ise bir sebeple okuldan kaçmıştı. Onu bulma işi ise Wolverine'e düşmüştü. Ancak ne yazık ki Rogue'u Wolverine'den önce kötü kalpli Magneto bulmuş ve Rogue'u hain planlarına ortak etmişti. Tabi bu olaylar olurken Wolverine'in gizemli hikayesinin bir kısmına tanıklık da etmiştik, o ayrı konu.



 X-Men United (2003) 
Serinin ikinci filminde ise mutantlar siyasetin ve askeriyenin hedefindelerdi. Zira siyasiler eski bir albay olan William Stryker'ı işe koşmuşlardı. Stryker'ın görevi, dünya üzerindeki tüm mutantları tek tek tespit edip yok etmekti. İşte bu sebeple Profesör Xavier ve Magneto, güçlerini birleştirmek zorunda kalmışlardı. Yine tüm bunlar olurken Wolverine'in hikayesinin bir kısmına daha tanıklık etmiştik.




X-Men: Son Direniş (X-Men: The Last Stand) (2006)

Serinin üçüncü filmiinde ise mutantlar yine ciddi bir tehditle karşı karşıya kalmışlardı. Peki mesele neydi? Mesele bu kez bilimdi. Bilim adamları mutantları "tedavi edecek" yani insana dönüştürecek bir aşı keşfetmişlerdi. Ancak bu tedavi mutantları farklı bir şekilde ikiye ayırmıştı: Tedaviyi isteyenler ve istemeyenler şeklinde. Zira insana dönüşmek kimi mutantlar için normalleşmek anlamına gelirken, kimileri için sıradanlaşmak anlamına geliyordu. Bu filmde Wolverine'le ilgili özel bir şey yoktu çünküüüüüüüüüüüü...




X-Men Origins: Wolverine (X-Men Başlangıç: Wolverine) (2009)

Çünküüüüüüüüüüüü seerinin dördüncü filminde komple Wolverine'in hikayesini anlatıyordu. Hem de taaaaa çocukluğundan itibaren. (Zaten X-Men çizgi romanlarından kendi hikayesini sürdürebilen tek karakter de Wolverine'di.)




X-Men Origins: First Class (X-Men Başlangıç: Birinci Sınıf)

Sonra serinin beşinci filmigeldi. Bu filmde ise bize bu işlerin ta en başta nasıl başladığı anlatıldı. Xavier'la Magneto'nun aslında eskiden nasıl dost oldukları, mutant okulunun nasıl kurulduğu, mutantların kendilerini ilk kez nasıl ifşa ettikleri ve hatta Xavier'ın nasıl sakat kaldığı...





Wolverine (2013)

Seyirci Wolverine'in hikayesine doyamadığından olsa gerek, en son "Wolverine" adı altında bir film daha çekildi. Fakat bu filmin diğer X-Men'lerle bir alakası yoktu. Sadece bizim delimsek kahramanın umulmadık bir düşmana karşı verdiği mücadele anlatıldı. Filmde bol bol samuray ve Wolverine savaşı izledik.



Şu ana kadar olanları (benim gibi X-Men hayranıysanız) üç beş kere izlemişsinizdir zaten. Kimini az beğenmişsinizdir, kimini çok beğenmişsinizdir. Ama hepsini beğenmişsinizdir. (Ben öyleyim çünkü:))) )





X-Men: Days Of Future Past (2014)

2014 yılında ise serinin yeni halkası  gösterime girecek. Bildiğimiz kadarıyla bu hikayede Wolverine, bir işi halletmek için geçmişe gönderilecek. Tabi günümüzden geçmişe değil. Gelecekten geçmişe. Karışık bir şey yani. Bakalım izleyince görürüz.

Açıkçası bu film için (neden bilmem) önceki filmler kadar iyi olmayacakmış gibi bir his var içimde. Ama yine de dört gözle bekleyeceğimi söyleyebilirim. Bakalım hayırlısı.

Şimdiye kadar X-Men serisiyle tanışmadıysanız mutlaka tanışın. Şiddetle tavsiye ediyorum. Ama bilim kurgu sevmiyorsanız hiç bulaşmayın; zira o durumda aynı dilden konuşmamızın imkanı yok.

Hayata İyi Seyirler...

25 Aralık 2013 Çarşamba

"Çılgın Hırsız 2" Serinin İkinci Filmi Nasıldı???

Son zamanların en popüler animasyonlarından birini izledim bugün. Sinema salonlarında boy boy reklamlarını gördüğüm ama gitmeyi başaramadığım bir filmdi. Nihayet internete düşmüş. Hadi size filmden bahsedeyim.

2013 yapımı "Çılgın Hırsız 2" (Despicable Me 2) tahmin edeceğiniz gibi bir devam filmi. Hikayeye göre Guru ve kızlar iyice yakınlaşmışlardır. Hatta kelimenin tam anlamıyla "aile" olmuşlardır. Guru ve minyonları artık pis işleri bırakıp, jelibon şekerleme işine girmişlerdir. Bir gün Guru evinin önünde bir şeylerle uğraşırken bir kadın tarafından kaçırılır. Kısa süre sonra bu kaçırılmanın iç yüzü anlaşılır. Zira onu kaçıran kadın bir ajandır. Guru'nun kaçırılma sebebi ise -eski bir hırsız olarak- büyük bir laboratuvar hırsızlığını bir an önce çözmesi istendiğindendir. Guru, bu işleri artık bıraktığını söylese de şartlar onu işin tam göbeğine doğru sürükler. Ve işte o komik operasyon böyle başlar.

Bu filmin reytingi de ilki kadar yüksek. Filmin fenomeni "minyonlar" hala çok eğlenceli. Diğer taraftan filmin ilki kadar yaratıcı olmadığını söylemek lazım. Açıkçası sinemada izleyemediğim iyi olmuş, diye düşünmeden edemedim. Ha eğlenmedim mi? Çok eğlendim. Ama ilkini daha çok beğenmiştim. 

Yine de bunu da izleyin tabi. Pişman olmazsınız.

Hayata İyi Seyirler...

23 Aralık 2013 Pazartesi

"Oscar" Sylvester Stallone'un En İyi Komedi Filmi...

Sinema sevdasının bana babamdan geçtiğini daha önce söylemiştim. Eşimle evlendikten sonra iyice pekiştiğini de. Biz üç sinema sevdalısı bir araya gelince en çok severek yaptığımız aktivitenin film izlemek olduğunu tahmin etmeniz zor olmaz diye düşünüyorum.

Babam, eşim ve ben yine bir iş için geçtiğimiz hafta sonu bir araya geldik. (Üzerinize afiyet büyük oğlumuz ameliyat oldu da, o sebeple toplandık. Şimdi iyiyiz çok şükür.) İşler kazasız bitince de açtık bir komedi filmi, oturduk karşısına. Peki hangi film mi?

1991 yapımı "Kızıma Dokunma" (Oscar)!!! Hikayeye göre Snaps, azılı bir gangsterdir. Ancak Snaps'in babasının ölüm döşeğindeyken açıkladığı son arzusu, Snaps'in hayatını alt üst eder. Zira babası Snaps'in bu kötü işleri bırakmasını ve dürüst bir iş adamı olmasını ister ve ona söz verdirir. Böylece Snaps, silahlarını bir kenara bırakmak zorunda kalır; iş ilişkilerini daha yumuşak yöntemlerle çözmek zorunda kalır; ve daha da önemlisi ailesiyle ilgili pek çok şeyi keşfetmeye ve fark etmeye başlar. Neticede o artık Snaps değil, Bay Provolone'dur. Tam bu süreçte Bay Provolone'un 18 yaşındaki kızı Lisa da eski şoförden (Oscar'dan) hamile olduğunu söyleyince işler sarpa sarar. Çünkü bu işin Snaps'in yöntemleriyle değil, Bay Provolone'un yöntemleriyle halledilmesi gerekmektedir.  

Filmde Snaps'i usta oyuncu Sylvester Stallone oynuyor. Karısını ise o dönemin Angelina Jolie'si Ornella Mutti canlandırıyor. Filmdeki diğer oyunculuların ve oyunculukların da en az bu iki isim kadar usta olduğunu ifade etmek de yanlış olmaz. 

Film aslında tiyatro oyunundan uyarlama. Zaten filmi izlerken de farklılığı anlıyorsunuz. Film çok komik. Her esprisine gülmeyebilirsiniz belki ama bir saniyesinde bile sıkılmazsınız. Bu arada bazı esprileri anlamak için yaşınızın en az 30 olması gerekiyor. (Tarihi konulara ve o dönemin yıldızlarına atıflar var da.)

Filmi izleyin. Mutlaka izleyin ve gülün. Hoşunuza gideceğine eminim.

Hayata İyi Seyirler...

18 Aralık 2013 Çarşamba

"Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları" ve Ben...

Vay arkadaş! Bu Peter Jackson bir film daha çekecek olursa benim kalbim dayanmayacak, söyleyeyim. Nereden çıktı derseniz; bugün nihayet 2013 yapımı "Hobbit"in ikinci filmi "Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları"na (The Hobbit: The Desolation of Smaug) gittim de oradan çıktı.

Biliyorsunuz ki ben Hobbit filmlerini yazmıyorum. Yüzükler'i de yazmamıştım. Zira bu iki seri için içimden sadece saygı duruşuna geçmek geliyor. Kelime dağarcığım yetersiz kalıyor. Tutuluyorum. O yüzden sadece hislerimi yazıyorum. 

Hislerime gelince: Tolkien'e Allah'tan gani gani rahmet diliyorum.Nurlar içinde yatsın inşşşşşallllah. Peter Jackson'a da hayırlı ve sağlıklı uzun ömürler diliyorum. Allah onun beynine zeval vermesin. Başka bir şey demiyorum.  

Şu an uçmuş durumdayım. Ellemeyin, biraz öyle kalayım.

Hayata İyi Seyirler.............

"Fareler ve İnsanlar" Ders Sunusu Olursa...

Geçenlerde 12. sınıflarda ders esnasında bir espri yapayım dedim, “Sefiller”le ilgili. Yapmaz olaydım, esprim boşa gitti. Sebep? Sebep şu: Kimse okumamış ki Sefiller'i. Yazık bize yazık. Seneye bu çocukları Türkiye'nin en iyi üniversitelerinde göreceğiz ama nasıl? Hadi üniversiteye cahil cüheyla gitmesinler diye hazırladım Sefiller'i (hani şu 2012 yapımı Hugh Jackman'ın oynadığı opera uyarlaması olanı), hazırladım sunularımı ve konu anlatımlarımı. Girdim sınıfa, üç saat Sefiller'i anlattım. Tabi sadece Sefiller'i de değil; dönem özelliklerini, karakter analizlerini, Napolyon'u, Fransız Devrimini, Fransız Edebiyatını, Victor Hugo'yu.... Oohooooo... Anlattım da anlattım.

Sonra hızımı alamadım. Hadi dedim bir de Amerikan Edebiyatından bir şey anlatayım. Amerikan Edebiyatı da biraz tehlikelidir, malum. Dikkatlice bir roman seçtim. John Steinback'ten “Fareler ve İnsanlar” (Of Mice And Men). Gelin hikayeyi önce size bir anlatayım, sonra da sınıfa anlatırım.  

Amerika'daki Büyük Buhran döneminde geçen hikayeye göre Lennie ve George çok eski iki arkadaştırlar. Ama alışık olduğumuz türden bir arkadaşlık değil bu. Lennie iri yarı, güçlü kuvvetli ama ne yazık ki zihinsel engelli bir adamdır. Bunun yanında çok da duygusal ve saftır. Yumuşak şeyleri okşamaktan çok hoşlandığı için de cebinde hep fare taşır. En sevdiği şey ise George'un her gece yatmadan önce satın alacakları çiftlikle ve besleyecekleri tavşanlarla ilgili hayallerden bir parça dinlemektir. George içinse bunlar hayal değil amaçtır. George güçlü, çalışkan, dikkatli ve zeki biridir. Ancak çocukluğundan beri Lennie'yi sırtındaki kambur gibi taşımaktadır. Hatta Lennie yüzünden başına gelmeyen kalmamıştır. Ama yine de Lennie'yi başından atıp hayatını onsuz geçirmeye gönlü el vermez. En son yine Lennie ikisininde başını belaya sokunca iki arkadaş çalıştıkları çiftlikten hızla kaçarlar ve başka bir çiftliğe sığınırlar. İşte o hazin hikaye, burada başlar.

Romanın 1992 yılında çekilmiş olan aynı adlı filminde Lennie'yi usta oyuncu John Malkovich oynuyor. Karakterin ne kadar iyi canlandırıldığını siz düşünün artık. George'u ise Gary Sinise oynuyor. Ki kendisi filmin yönetmenliğini de üstlenmiş.

Film biraz ağır aksak yürüyor. Çok az yerinde kalp atışlarınızı hızlandırdığı da oluyor. Ama çoğunlukla festival filmi tadında diyebiliriz. Ama izleyin. Mutlaka izleyin. Zira romanın tıpatıp aynısı. Bilginiz olur, fikriniz olur. Seversiniz yani.


Hayata İyi Seyirler...

15 Aralık 2013 Pazar

"Bu Nasıl Aile!" İpsiz, Sapsız, Sapık, Komedi...

Bir komedi filminin reytinginin yüksek olması gerçekten çok zor. Hatta, neden bilmem, içinde sapık cinsel ögeler olmadığı sürece neredeyse imkansız gibi. İşte reytinglerini bu sayede uçurmuş bir film izledim dün. Size ondan bahsedeyim.

2013 yapımı "Bu Nasıl Aile!" (We're the Millers!) adlı film komedi türünde. Hikayeye göre David, bir torbacıdır. (Minik çaplı bir uyuşturucu satıcısı yani.) David'in çevresi geniş, insan ilişkileri de oldukça iyidir. Mesela yan komşusunun toy çocuğu Kenny'ye bir nevi abilik etmektedir. Mesela üst komşusu olan striptizci komşusu Rose'dan hoşlanmaktadır ama kız David'e hiç yüz vermemektedir, o ayrı mesele. Ve mesela mahallenin asi kızı Casey'i yan kesicilerden kurtarmaya çalışırken soyulmuştur falan. İşte bu soyulma esnasında David, hem parasını hem de tüm sermayesini kaybedince, kendisine gelen çok çok riskli bir işi kabul etmek zorunda kalır. Peki bu iş ne midir? Meksika'dan Amerika'ya bir karavan içinde 2 ton uyuşturucu sokmak. David bu işi tek başına yapamayacağını çok iyi bilmektedir. Bu sebeple Rose'u, Kenny'yi ve Casey'i bir şekilde ikna edip Miller ailesini oluşturur. Ve böylece o komik macera başlar...

Filmde David'i Jason Sudeikis oynuyor. Striptizci Rose'u ise Jennifer Aniston canlandırıyor. 

Filmle ilgili yorumlarımı aslında başta yapmıştım. Ama bir kez daha tekrar edeyim. Film komik. Gerçekten. Sadece rahatsız edici derecede sapık. Tıpkı "Harold and Kumar" gibi. Tıpkı "Ah Mary Vah Mary" gibi. Yani eğer o filmleri sevdiyseniz, bunu da seversiniz.

Hayata İyi Seyirler... 

14 Aralık 2013 Cumartesi

"Prisoners" Bir İnsan Çocuğu İçin Ne Yapmaz???

Gerilim izlemek benim pek adetim değildir. Adı üstünde "geriyor". Hem de lüzumsuz yere. Ama dün reytingi çok çok yüksek bir gerilim filmiyle karşılaştım. İzlemeyecektim ama sırf oyuncu yüzünden izlemeye karar verdim. Filmin özetine ve künyesine bir bakalım. Sonra yorumlarıma geçeyim.


2013 yapımı "Prisoners" adlı film bir noel akşamı başlar. Yada onun gibi bir kutlama akşamı. Hikayeye göre Keller ve ailesi, Birch ailesine konuk olurlar. Maksat hem yemek yemek, hem eğlenmek, hem de çocukları oynatmaktır. Yemekten sonra gençler bir film açıp otururlar. Büyüklerse sohbete dalarlar. Ancak Birch'lerin küçük kızı Joy ile Keller'ın küçük kızı Anna birden ortadan kaybolurlar. Aileler önce küçük ve hızlı tarama yaparlar yakın çevreden başlayarak ama bir sonuç alamayınca o korkunç panik hal başlar. Keller'ın oğlu kızların en son sokaktaki bir karavanla oynadıklarını söyler. Bu durum hemen polise bildirilir. Polis karavanı çabucak bulur ve içindeki tuhaf adamı sorguya alır. Ancak bir şey elde edemeyince adamı serbest bırakır. Keller ise o adamda bir hal olduğundan fazlasıyla emindir ve bir gece vakti adamı kaçırıp hapseder. Sonra da başlar adamı sorgulamaya. Ama adam konuşmayıncaaaaaaaaaa... 

Filmde Keller'ı Hugh Jackman oynuyor. Kabul edelim, bu babalık rolü beyefendiye çok yakışmış. Azimli ve yardımsever polisi ise Jake Gyllenhaal oynuyor. Karavandaki zihinsel engelli ve tuhaf adamı ise Paul Dano oynuyor. Ki genç adamların ikisi de birbirinden başarılı.

Filmi beğendim mi? Beğendim. Gerçi daha ilk 15 dakikada filmin sonucunu tahmin etmiştim ama yine de gerildim de gerildim. 

Gerilim seviyorsanız; bir babanın çocukları için ne kadar ileri gidebileceğini merak ediyorsanız mutlaka izleyin. İleri gitmek derken, öyle böyle değil. "Taken"dakinden falan çok öte. Bildiğiniz gibi değil.

Şu anda bile tırsıyorum. İzleyin yani.

Hayata İyi Seyirler...

8 Aralık 2013 Pazar

"İnanılmaz Örümcek Adam 2" Süperler Süperlere Karşı...

Bizim evde bir Örümcek Adam'ın yaşadığını daha önce defalarca söylemiştim. Geçen hafta bizim örümcek adamın doğum günüydü. Bakın, bu da bizim doğum günü hediyemiz:))) Küçük adamımız hediyesini alınca çok sevindi. Hemen odasının duvarına astı. Doğum günün kutlu olsun güzel oğlum!!!



Gelelim asıl meselemize. Örümcek Adam sevdalılarına duyurulur. Sıkı durun: İnanılmaz Örümcek Adam 2 (The Amazing Spider Man 2) geliyor. Peki bizim hem öksüz hem yetim hem de fakir süper kahramanımız bu kez kimle kapışacak dersiniz? Ben söyleyeyim. Yeşil Cin'le olduğu kesin. Bir de Electro ve The Rhino ile. İddiaya göre böcük adamın en büyük savaşı olacakmış. İnanırım, çünkü (bir çizgi roman sever olarak) bu kapışmanın çizgi romandaki "hüsranlı" hikayesini çok iyi biliyorum. Vakti zamanında çizgi roman dünyasını derinden sarsan sürpriz bir ölümle karşılaşmıştı okuyucular. Eğer bu hazin öyküyü çizgi romandan filme uyarlarsa yapımcılar; hem müthiş bir film izleyeceğiz, hem de hüngür hüngür ağlayacağız demektir. Bekleyip göreceğiz bakalım.


Filmimiz 2 Mayıs 2014'te gösterime giriyor Allah'ın izniyle. Eh bize de 3D gözlüklerini takıp izlemek düşer.

Hayata İyi Seyirler...


P.S. Filmin diğer süperlerini Paul Giamatti, Jamie Foxx (ki kendisini çok severim) ve Chris Cooper oynuyorlar. Bunu da ekleyeyim dedim.

4 Aralık 2013 Çarşamba

"The Matrix" 3D Çekilsin Diyenler !!!...

Ben İngilizce Öğretmeniyim. Bizim dersler sosyal etkinliklere çok müsaittir. Kitaplarımız bile "Hayat Bilgisi" dersinin İngilizcesi gibidir. Doğal olarak resimdi, müzikti, alışverişti derken her şeyden bahsedilir bizim derslerde. E ben de sosyal bir insan olarak hemen konuyu görselleştirip derinleştiririm.

işte o bahsettiğim sahne
Geçen sene yine bir gün dersteyiz. 9. Sınıflarda, yani Lise 1'lerde. Konumuz sinema. Kitapta da The Matrix'in ikinici
filmi "Reloaded"dan bir sahnenin resmi var. Hani şu Neo'nun upuzun paltosu ve güneş gözlükleriyle, yüzlerce Ajan Smith'i evire çevire dövdüğü ve sonra da uçarak oradan uzaklaştığı sahne. Ben de derse başlangıç aktivitesi olarak yükledim filmi flaş belleğime; açtım akıllı tahtayı, açtım o sahneyi, "Hadi bakalım izleyin." dedim. Ben zannediyorum ki herkes -benim gibi- zaten filmi ezbere biliyor aslında da biz şöyle bir tekrar atıyoruz. Bütün sınıf demesin mi "Aaaa hocam! Bu hangi film???"

Nasıl yani? 31 kişilik sınıfta (ki Çanakkale'nin en iyi Anadolu Lisesindeki bir sınıfta) bir kişi bile; tek bir kişi bile filmi izlememiş mi yani!!!

Sonra aklıma geldi: "Siz" dedim, "Kaç doğumlusunuz???" "98 doğumluyuz" demesinler mi? NEEEE!!! Ben '99'da ÖSS'ye girdim. Sınavdan çıkınca da filme gitmiştim. Sonra da üç gün boyunca evin içinde Matrix, Matrix diye dolaşmıştım. (Tabi bunda sınavın da etkisini göz ardı edemeyiz. Aynı gün içinde hem Matrix hem ÖSS ağır gelmişti, bünyem kaldırmamıştı.)

Velhasıl kelam, yaşlandığımı o gün anladım ben.

Ve bir de şunu anladım. Yeni nesil, The Matrix'i tanımıyor. Hatta o kadar tanımıyor ki "Hocam eski filmlerin çekimleri tat vermiyor" diyecek kadar tanımıyor.

Buradan çıkarılacak ders: Ey Yapımcılar!!! Ey Yetkililer!!! Lütfen The Matrix bir daha gösterime girsin. Hem de bu sefer 3D olarak gösterilsin. Hem biz o EŞSİZ filmleri yeniden izleyebilelim hem de yeni nesille aramızdaki kuşak farkını kapatalım.

Lütfen, lütfen, lütfen...

Sanırım bu kısmı bir de İngilizce yazmam gerekecek:

Oh Dear Sir/Madam or (To whom it may concern)! Please re-stage "The Matrix: Trilogy" (of course in 3D version this time) just for us both to watch the UNIQUE movies again and to enclose the generation gap between our kids and us. PLEASE!!!

İnşallah sesimi bir duyan olur :)))

Amin diyenler peşimden gelsin...

Hayata İyi Seyirler...