31 Temmuz 2013 Çarşamba

"Onegin" Bir Dönem Filmi.... "Onegin" Bir Aşk Filmi...

Benim romantik filmlerle aram pek iyi değildir. Ama bazen öyle romantik filmler çekiliyor ki sevdiğine kavuşamamış bir kadın gibi içli içli izliyorum. Bir dakka bir dakka... Romantik demek istemiyorum. Aşk filmi demek istiyorum. Böyle daha güzel:)))

Çok sevdiğim bir aktörün oynadığı romantik bir filme denk geldim bugün. Ralph Fiennes. Beyefendinin 2 Oscar adaylığı bulunuyormuş. Az bile.

Gelin 1999 yapımı "Onegin" adlı filme bir bakalım. Olay 1800'lü yıllarda geçmektedir. St Petersburglu Mösyö Onegin, orta yaşa yaklaşmış soylu bir adamdır ancak ileri yaşına rağmen bekar, çapkın ve tembeldir. Mösyö Onegin, kendisine amcasından miras kalan taşra kentini devralmak için Beyaz Rusya'ya gider. Orada tesadüfen tanıştığı taşralı aileyle yakınlık kurar. Ailenin kültür seviyesi elbette ki Onegin'i tatmin edecek düzeyde değildir. Özellikle ailenin gençleri, alabildiğine toydur. Bu sebeple kalpleri Onegin'e karşı dayanılmaz bir imrenme hissiyle dolar. Onegin, bu ailenin gençleriyle yaşadığı tatsız olaylardan sonra oraya ait olmadığını bir kez daha anlar. Onegin, bu taşra kentinde daha pek çok aptalca olaya şahit olunca daha fazla dayanamaz ve apar topar oradan ayrılır. Ancak altı yıl sonra bir sebeple geri döner ve işte o dönüşü muhteşem olacaktır.

Filmde Onegin'i Ralph Fiennes oynuyor. Beyefendi, rolünü öylesine doldurmuş ki hayranlık duymamanın imkanı yok. Ailenin genç kızı Tatyana'yı ise Liv Taylor canlandırıyor. Hanımefendiyi pek sevmememe rağmen o da çok başarılı.

Film hem bir dönem filmi, hem de bir aşk filmi. Etkileyici bir dram. Meraklıları için bulunmaz fırsat. Film bir şiirden uyarlanmış ve hikayesi o kadar meşhur ki operaları, tabloları, bale gösterileri ve tiyatro oyunları var. Ama benim için doya doya Ralph Fiennes izlediğim ve hoşça vakit geçirdiğim bir film.

İzleyin, bir şey kaybetmezsiniz. Belki de siz de bu filmle, aşkınızı anlatmanın bir yolunu bulursunuz.

Hayata İyi Seyirler...

28 Temmuz 2013 Pazar

"Yurttaş Kane" Neden Tüm Zamanların En İyi Filmlerinden???

Yarışmalarda ya da bulmacalarda çıkar, bilirsiniz; "Tüm zamanların en iyi filmlerinden" diye. Babamın da iki renkli yayın döneminde gözleri dolarak izlediğini bildiğim meşhur bir filmi hususi oturduk izledik eşimle birlikte. 60 senelik filmi niye izlemiş olalım ki. Niyesi şu? Meraktan. Merakımızı sebebine birazdan bakacağız, önce özetler:))

1941 yapımı "Yurttaş Kane" (Citizen Kane) 'in hikayesi şöyle. Dünyanın en zengin gazetecilerinden Charlie Kane, ölüm döşeğindedir. Kane'in, son nefesinde ağzından şu kelimeler dökülür: "Tomurcuk gül". Acaba yaşlı milyoner Charlie Kane bu sözlerle ne demek istemiştir? Bir grup araştırmacı bu konunun peşine düşer ve Kane'in ta çocukluğuna uzanan bir araştırma başlatırlar. Kane'in ailesi, evlatlık verildiği ailesi, okul arkadaşları, yakın arkadaşları, gazetecilikten tanıdığı çevresi, karısı, metresi, politik çevresi, eşi dostu konu komşusu, kısacası onu tanıyan herkese bu soru sorulur: "Tomurcuk gül nedir?" Neticede bir cevap bulunur. Peki bu cevap nedir ve yapılan onca araştırma sonucunda acaba tatmin edici bir cevap bulunabilecek midir???

Film yaşanmış bir hikayeden yola çıkılarak çekilmiş. Hatta gerçek kahramanın kendisi bu filmin yayınlanmaması için çok mücadele etmiş ancak başarılı olamamış. Yine de bu çabalar filmin yönetmeni Orson Welles'e epeyce para kaybettirmiş.

Gelelim 60 küsür yıllık filmi neden izlediğimizle ilgili merak konusuna. Duyduğumuz kadarıyla bu film sinema tarihinde çığır açan çekim tekniklerine sahip gelmiş geçmiş en iyi bir filmlerdenmiş. Sebebi ise şuymuş: Film, değişik açılardan çekilmiş ve yumuşak geçişlerle montajlanmış ilk film olması özelliğine sahipmiş. Filmin senaryosunda flashbacklerin olması ve sondan başa ilerleyen bir film olması da filme ayrıca bir yenilikmiş.

Ben filmi çok beğendim. Gidin 60 küsür filmi izleyin demeyeceğim zira diyaloglardan kaynaklanan bolca bayık sahnesi var. Ama inşallah birileri akıl eder de bu film yeniden çekilir. Böylece yeni nesiller de bu ibretlik öyküyü izleme şansı elde eder.

Hayata İyi Seyirler...

25 Temmuz 2013 Perşembe

"The Pasific" 2. Dünya Savaşında Amerikan-Japon Cephesi...

"Amerika bir tane savaş yapar, 10 tane film çeker" demişti yıllar önce bir amca. 100-150 yıllık tarihi boyunca küçüklü büyüklü pek çok ülkeyle savaşan Amerika, gerçekten o savaşların her birini konu edinen 100lerce film çekti ve dizi çevirdi. İşin tuhafı bu filmler ve diziler, gösterildikleri her ülkede beğeniyle izleniyor ve hatta bazıları reyting rekorları kırıyor.

Soldiers struggle with the enemy and thirst in episode 6 of the HBO mini-series, 'The Pacific.'
Reytingleri çok yüksek olan bir diziden bahsetmek istiyorum size. 2010 yapımı 10 bölümlük "The Pacific"dizisi. Hikaye basittir. 2. Dünya Savaşı esnasında Japonlar tüm dünyayı kasıp kavururken tarih sahnesine Amerika çıkacak ve tüm dengeleri kökünden değiştirecektir. Bu hamlenin piyonları ise elbette ki cephedeki askerler olacaktır. Dizide 2. Dünya Savaşına, Japon adalarına yapılan çıkartmalarda görev alan bir grup deniz piyadesinin gözünden bakılmaktadır. Hepsi farklı kişiliklere ve geçmişlere sahip bu askerlerin tek ortak noktası Japon öldürmeye gelmiş olmalarıdır. Hepsi Japonlardan tiksinmekte ve Japon öldürdüklerinde gözleri çakmak çakmak parlamaktadır. 10. bölümün sonunda savaş sona erer ve Japonlar öldürülür amaaaaa...

Dizideki karakterler öylesine iyi işlenmiş ki en psikopat adamın savaşta nasıl şaşkınlığa düştüğü yada en pısırık adamın bir anda nasıl parladığını gösteren çok acı sahneler var. Susuzluğun, tuvaletin, kokunun, yağmurun, vb. savaşın tüm tatsız yönlerini göstermeye çalışan etkileyici bir dizi.

Bir Kardeşler Takımı olmasa da ben çok beğendim. Savaşlar keşke sadece dizi ve filmlerde var olsa diyorum ve yazımı tamamlıyorum.

Hayata İyi Seyirler...

23 Temmuz 2013 Salı

Filmlere Gel!!! "Star Wars 7-8-9; Batman-Superman; The Hobbit 3; X-Men 4"

Mısır'daki sağır sultan bile duydu şimdi yazacağım şeyleri ama yazmazsam çatlarım. Benim derdim zaten bilgi vermek değil, konudan bahsetmek. Hani aşıklar hep aşkını konuşmak ister ya, onun gibi:)

Zaman su gibi akıp geçsin, sağ salim 2014'e ve sonra da 2015'e çıkalım istiyorum. Çünkü gidilmesi garanti (inşallah tabi) tam 4 film var. Üstelik aşklarım diyebileceğim 4 film.

Anlayan anladı. Yine de bakalım hangileriymiş.


1) STAR WARS EPISODE 7-8-9
Yıllar önce bir blokta şöyle bir soru sorulmuştu: "Sizce Star Wars' un sonu nasıl bitmeliydi?". Eşimle birlikte cevapları okuduk ve en çok komiğimize giden cevap şu olmuştu: "Bence Star Wars 7-8-9 çekilsin." Epeyce güldük ve dedik ki "Adam hikayeye doyamamış." Adamcağız haklı, doyulacak gibi değil ki. Neyse sonuçta o adamcağız duayı etti; biz Star Wars severler de amin dedik ve görünüşe göre dualarımız kabul oldu.


Üçüncü serinin ilk filmi 2005'te gösterime girecek. Gerorge Lucas'ın yaptığı açıklamaya göre bu filmler en süperleri olacakmış. 7. filmin senaryosu çoktan hazır olduğu için anlaşmalar hemen yapılmış ve filmin startı hemen verilmiş. Bu yüzden 7. film 2005'te hazır olacakmış ama 8 ve 9 için fazladan bir sene daha bekleyecekmişiz.

Ben senaryoyu okudum. Ama spoiler vermemek için bahsetmeyeceğim. Merak ediyorsanız ve İngilizcenize güveniyorsanız şu siteden bakabilirsiniz. http://supershadow.com/starwars/episode7/plot.html



2) BATMAN / SUPERMAN
Warner Bros. 2015'te biz sinema severlere bir güzellik yapacağını açıkladı ve DC Comics'in en ünlü iki süper kahramanını bir araya getirecek bir film yapacağını söyledi. Tahmin ettiğiniz gibi süper kahraman olgusunu yeniden şekillendiren yeni nesil çizgi romanlar yapımcıların gözünü açtı ve süper kahraman filmleri ardı ardına sıralanmaya başladı. Sonra da Batman oldu Kara Şövalye; Superman oldu Çelik Adam:) Şimdi de ikisi bir araya gelecek. Bakalım o zaman adı ne olacak.


Gelelim filmin künyesine. Annesinin karnından Superman'i oynamak için doğmuş olan Henry Cavill yine rolünü koruyacak. Ama eğer yapımcılar kesenin ağzını açmazsa annesinin karnından Dark Knight olmak için doğmuş Christian Bale filmde oynayamayacak. İnşallah Warner Bros başladığı işi yarım yamalak yapmaz ve biricik Christian'cığımızı bizim elimizden almaz.

Diğer taraftan yapımcılar nihayet Justice League'i de oluşturmayı akıl etti. Biliyorsunuz Marvel'in her bir süper kahramanı için tek tek film çekilmişti. Demir Adam, Hulk, Captain America, Thor; hepsinin hikayelerini bir bir izledik önce. Sonra da Avengers'la hepsi bir araya geldi ve o muhteşem film ortaya çıktı. Defalarca izledik de yine de seyrine doyamadık, değil mi yani?

İşte aynı taktik şimdi de DC Comics'in süper kahramanları için geçerli olacakmış. Batman'leri izledik, Superman'i de izledik. Şimdi bir de 2017'ye kadar Flash'ı çekeceklermiş. Sonra da Justice League'i çekeceklermiş.

Ama tabi onlara daha var. Kısacası şimdi bizim için önemli olan Superman / Batman.

Bekleyeceğiz artık:)



3) THE HOBBIT 3
Serinin finali aslında 2014'te. Ama Aralık ayının ortasından itibaren gösterime gireceği için çoğu sinema sever filmi 2015'te izleme fırsatı bulabilecek. O yüzden bu filmi de 2015'in garanti izlenecekler listesine dahil edeyim dedim.


Bu film elbette ki çoktan hazır. Ama malum. Daha bu kış ikincisini izleyeceğiz. Sonraki kış da kısmetse üçüncüsünü.



4) X-MEN
Yukarıdaki filmleri seviyorsanız, X-Men'den bir haber yok mu acaba diye sorduğunuza eminim. X-Men'lerin en çok ses getiren süper kahramanı Wolverine için yeni bir filmin çekildiğini zaten biliyorsunuzdur herhalde. O konuya hiç girmeyeceğim.


X-Men'den de bir haber var, hadi onu da söyleyeyim. Serinin yeni filmi 2014'te gösterime girecekmiş. Wolverine, hem insan ırkını hem de mutantları tehdit eden korkunç bir düşmanı etkisiz hale getirmek için geçmişe gönderilecekmiş.

Söylemeden geçemeyeceğim.. Hugh Jackman da anneciğinin karnından Wolverine olmak için doğmuş.



Eveeet sinema severler ve özellikle de süper kahraman severler!!! Gördüğünüz gibi önümüzdeki yıllarda çok güzel filmler bizleri bekliyor olacak.

Daha o zamana çok var diyorsanız, zaman su gibi akıp gider diyorum.

Hayata İyi Seyirler...

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Vampir Avcısı Abraham Lincoln...

Bilgisayarımda uzun süre beklettiğim bir filmi dün TV yayınından izledim. Ve sonra da neden bu kadar beklettiğimi anladım. Özete ve künyeye bir bakalım, sonra da yorumlara geçelim.

2012 yapımı "Vampir Avcısı: Abraham Lincoln" (Abraham Lincoln The Vampire Hunter)'da Lincoln'ün taaa çocukluğuna inilmektedir. Hikayeye göre Abraham'ın annesi Abraham'ın çocukça bir davranışı yüzünden bir vampir tarafından ısırılır ve hayatını kaybeder. Abraham bu vicdan azabı sebebiyle 20'li yaşlarına kadar annesini ısıran vampiri bulup öldürmeye çalışır ama tüm girişimleri başarısız olur. Yıllarca aradığı fırsat ise bir gece kendiliğinden karşısına çıkıverir. Vampir Avcısı Henry, Abraham'ı eğitmeye karar verir. Ancak Henry'nin bir kaç şartı vardır. Çok çalışmak, dikkatli olmak, intikamı bir kenara bırakmak, aile kurmamak, arkadaş edinmemek, vb. Görünüşte tüm bu şartları kabul eden Abraham, bu kuralların hepsini tek tek yıkar. Mesela hukuk okur, evlenir, çocuk yapar, dostlar edinir, annesinin katilini arar; kısacası kendisine söylenenin hep tersini yapar. Hatta daha sonra işi daha da büyütür ve Amerikan Başkanı olur. İşte o zaman yıllardır mücadele ettiği düşmanın aslında kölelik yanlılarından oluşan bir ordu değil, Amerika'yı ele geçirmek isteyen bir vampirler ordusu oluğunu anlar.

Filmin bir roman uyarlaması olduğunu söylemekte yarar var. Filmin yönetmeni ise Kazak asıllı Timur Bekmambetov. Filmin yapımcısı ise şu bizim çılgın adam Tim Burton. (Zaten böyle uçuk bir senaryoyu ancak Tim Burton filme çekebilirdi.)

Filmde Abraham Lincoln'ün gerçek hikayesinden yola çıkılmış. Avukat olması, eşiyle tanışması ve evlenmesi, çocuk sahibi olması, kölelikle mücadelesi, çok sadık arkadaşlara sahip olması, vb. E tabi bir de bunlara vampir avcılığı eklenmiş. Ama Lincoln 'ın gerçek sonunu bağlayamamışlar.

Gelelim filmle ilgili fikirlerime. Bence film pek çok açıdan talihsiz bir film. Örneğin 2012'de "Lincoln" adıyla bir film daha çekildi. (Çok kötü bir tesadüf.) Üstelik "Lincoln" de oynayan Daniel Day-Lewis bu filmle En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını aldı. (Bu daha kötü bir tesadüf).

Ayrıca son 5 yıldır fantastik film seyircisinin, kötü Vampir filmlerine karnı epeyce doymuş durumda.

Ben bu filmin başını değil, hatta ilk 40 dakikasını bile değil. Sadece sonlarını beğendim. (Klasik bir 2. CD vakası yani)

Ha bu arada hakkını yemeyeyim. Hani şu atların üstünde geçen kovalama sahnesine hasta oldum.

Neyse sonuçta illaki vampir filmi diyorsanız izleyin. Ya da 'Vampirle Görüşme' 'ye bir tekrar atın.

Hayata İyi Seyirler...

18 Temmuz 2013 Perşembe

"Frankenweenie" Köpeğini Kaybeden Çocuğun Onu yeniden Hayata Döndürme Hikayesi...

Geçenlerde tv'de bir animasyona denk geldim. Oğlum izler belki diye açtım. Ama oğlum filmin çekimlerinden, filmdeki karakterlerden ve tiplerden korktuğu için filmi izleyemedi. Ne söylemek istediğimi -gelin- filmin özetini anlattıktan sonra anlatayım.

2012 yapımı "Frankenweenie" adlı animasyondaki hikaye -isminden de anlaşılacağı gibi- bir miktar tanıdıktır. Victor, içe kapanık bir orta okul öğrencisidir. Hayattaki tek arkadaşı çok sevdiği köpeği Sparky'dir. Bir gün Sparky, elim bir trafik kazası sonucu ölür ve Victor için hayatının en zor günleri işte böyle başlar. Kazadan sonra iyice içine kapanan ve her gün ağlayan Victor için hayatının dönüm noktası Fen Bilgisi dersinde gerçekleşecektir. Peki Fen Bilgisi dersinde ne mi olmuştur? Anlatayım. Victor'un çok sevdiği Fen Öğretmeni, sınıfta bir deney yapar ve elektrik enerjisinin ölü bir kurbağayı bile harekete geçirdiğini ispatlar. Victor'un kafasında şimşekler çakmıştır. Victor, Sparky'yi mezarından çıkarır ve deneyde gördüğü her şeyi tatbik eder. Ve sonunda amacına ulaşır. Sparky, hayata dönmüştür. Şimdi en önemli iş, Sparky'yi saklamak ve onu yaşatmaktır.

Film, en iyi animasyon dalında Oscar'a aday oldu. Yönetmeni Tim Burton, aklınıza gelebilecek pek çok çatlak projeye imza atmış çılgın bir adam. Beyefendi bu konuda da çılgınlığını göstermiş ve filmi siyah-beyaz çekmiş. Karakterleri de karamsar ve hortlak görünüşlerle betimlemiş. İşte benim oğlumun filmden çok korkmasının en önemli iki sebebi.

Çok keyifli bir film değil. Çok sıra dışı da değil. Ama alternatif bir Frankenstein uygulaması. İzlemek isterseniz, siz bilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

16 Temmuz 2013 Salı

"Şaşkın İmparator" Acaba Neye Dönüşecek???

Bazılarımız yeni nesil çizgi filmlere -hani şu animasyon türüne- bir türlü alışamadı. Onca animasyon izlememe rağmen bazen ben bile eski nesil çizgi filmleri daha sıcak ve samimi bulduğumu hatırlıyorum.

Birileri bu özleme saygı duymuş olacak ki 2000'de bayaaa bildiğimiz çizgi film formatında eğlenceli bir film çekmiş. Gelin "Şaşkın İmparator" ("The Emperor's New Groove") adlı şirin çizgi filme bir bakalım. İmparator Kuzco genç, zalim ve bencil bir hükümdardır. Yetiştirilme tarzı onu adeta firavunlaştırmıştır. Ancak Kuzco bir kızgınlık anında sarayın cadısını işten kovar. Sinirinden küplere binen cadının intikamı çok acı olacaktır. (Bu kısmını söylemeyeceğim.) Zalim Kuzco bir anda Zavallı Kuzco'ya dönüşüverir. Kuzco'yu, bu aciz durumundan kurtaracak tek kişi ise hiç ummadığı ve hatta aşağıladığı iyi kalpli köylü Pacha olur.

Film basit ve komik. Hatta hedef kitlesi epeyce küçük. Yani kreşe giden çocukların bile anlayabileceği seviyede. Ama çok eğlenceli.

Çocuğunuzla rahat rahat izleyin. Eğlenin.

Hayata İyi Seyirler...

13 Temmuz 2013 Cumartesi

"Don" Suç-Mafya-Polis Temalı Bir Hint Filmi...

Hint filmlerinin son zamanlarda atak yaptığını söylemiştik. Kısaca hatırlayalım: Hint sinema sektörü, eski nesil Hint filmi yapısını bozmadan yeni nesil Hint filmleri çekmeye başladı. Hani şu müzikleri, dansları, kostümleri, bakışmaları, vb. aynı, "Hollywoodvari" çekimleri farklı olan türden. Bu tür filmlerden reytingleri yüksek olanlarını bir şekilde bulup izliyoruz.

Geçenlerde bir arkadaşım bunlardan birini daha keşfetmiş ve bana da tavsiye etti. "Don". Kısa bir araştırma yaptığımda 2006 yapımı filmin aslında 1978 yapımı "Don"un reprodüksiyonu olduğunu fark ettim. Ancak bir farkla: '78 yapımı "Don"un imdb puanı "2006" yapımı "Don"dan çok daha yüksek.

Gelin filmin 2006 yapımı versiyonuna bir bakalım. Don, bir kiralık katildir. Ruhsuzdur, kalpsizdir, acımasızdır. Yeraltı dünyasında zayıfların ölümüne korktuğu, mafya babalarının ise mumla aradığı bir tetikçidir. Polis, yıllardır Don'un peşindedir ama Don adeta bir hayalet gibidir. Yıllar süren kovalamacadan sonra nihayet Komiser Silva Don'u köşeye sıkıştırır ve onu ölü geçirir. Ancak Silva, bir şeyin çok iyi farkındadır. Sadece Don'u yakalamak yeterli değildir. Tüm mafyayı çökertmek gerekmektedir. Don'un öldüğünü Silva'dan başka bilen de yoktur. Bu durumda Silva hızla bir plan yapar. Don'a tıpatıp benzeyen gariban aile babası Vijay'i Don kılığına sokup onu Truva atı olarak kullanacaktır. Vijay'in ise teklife hayır diyecek durumu yoktur çünkü Silva Vijay'i (tabir-i caizse) çok pis yerden yakalamıştır. Operasyon başarılı olsa da olmasa da Silva, Vijay'in okumasını sağlayacaktır. Ve büyük macera işte böyle başlar.

Filmde çok tanıdık yüzler var. Örneğin "My Name is Khan"la starlaşan Shah Rukh Khan gibi. Örneğin "3 Idiots"ta da izlediğimiz Boman İrani gibi.

Film güzel. Ama '78 yapımı versiyonuna nazaran reytinglerinin daha düşük olma sebebini anlayabiliyorum. Zira bu tür senaryolar biraz bayatladı. Filmi o sıradanlıktan kurtaran şey ise işte o biraz önce bahsettiğim eski nesil - yeni nesil Hint filmi sentezi.

Uzun lafın kısası, izleyin, seversiniz diyorum.

Hayata İyi Seyirler...

P.S. Film, yapımısını doyurmuş olacak ki 2011'de Don 2 de çekilmiş. Ama henüz onu izlemedim. İzlediğimde ondan da bahsederim.

12 Temmuz 2013 Cuma

"Hızlı ve Öfkeli 6" Gösterimde...

Bir kaç hafta önce eşim "Hızlı ve Öfkeli 75 gösterime girmiş" dedi. Güldüm. "5.cisi fena değildi ama boş ver gitmeyelim, Man Of Steel'e gideriz." demiştim. Öyle de olmuştu.

Ama kısmetimizde bunu da izlemek varmış, ne diyeyim! Dün bir iş için markete girdim. Bir de ne göreyim: AFM Sinemalarında (Çanakkale AFM dahil) "Haftanın Filmi" diye bir kampanya başlamış. Ve film ücreti kişi başına 5 TL'ye düşmüş. Bu haftanın filmi ise tahmin edeceğiniz gibi "Hızlı ve Öfkeli 6" imiş. Durur muyum? Hemen biletleri aldım, sonra da filmi izledik.

(Bu arada kampanya bayağı işe yaramış. Her zaman eşim ve ben baş başa izlerdik filmleri; dünse 20 kişi falan izledik.)

Size 2013 yapımı filmden kısaca bahsedeyim. Beşinci filmdeki Rio soygunundan sonra tüm ekip milyoner olmuş, sonra da herkes kendine yeni hayatlar kurmuştur. Brian çoluk çocuğa karışmış, biricik aşkı Letty'yi kaybetmiş olan Toretto ise inzivaya çekilmiştir. Fakat amansız polis şefi Hobbs, Toretto'yu saklandığı delikte bulur ve onu o delikten çıkaracak dehşet bir teklifle gelir. Zira Letty hala hayattadır ve büyük bir soygun çetesinin üyesi olmuştur. Teklife göre Toretto ve ekibi çeteyi çökertecektir ve karşılığında da suçları affedilecektir. Dehşete düşen Toretto hemen teklifi kabul eder ancak Toretto'nun amacı aslında ne çeteyi çökertmektir, ne de affedilmektir. Onun tek amacı biricik Letty'sini -eğer gerçekten hala hayatta ise- geri almaktır.

Filmdeki ekip ful aynı. Vin Diesel, Dwayne Johnson, Paul Walker, ve diğerleri. Sadece bilindiği üzere 5. ve 6. filmlerin yönetmeni Justin Lin olarak değiştirildiğinden beri filmin reytingleri epeyce yüksek.

Gelelim filmle ilgili fikirlerime. Eskiden aksiyon, macera olarak kategorize ettiğimiz seri, artık fantastik. O kadar ki bazı sahnelerde "Oha" falan oldu yani. (bu lafı da hep kullanmak istemişimdir, bir türlü becerememişimdir ama nihayet oldu:))

Film zaten bilindiği gibi tam bir erkek filmi. Hedef kitlesi tamamen erkekler. Güzel kızlar, kaslı erkekler, hızlı arabalar, amansız suçlular, ateşli takipler, falan filan... Uçurur yani:)

Ama film bittikten sonra şunu söyledik. "Gerçekten film, 5 liralıkmış." Hoşça vakit geçirdik ve bitti. Orucun 3 saatini filme tutturduk yani.

Yine de izleyin. Mutlaka görün. Hem de bu hafta:)

Hayata İyi Seyirler...

P.S. Hızlı ve Öfkeli serisinde yıllardır eksikliğini hissettiğim bir oyuncu vardı. Bu filmde onu da tamamlamışlar. Kim olduğunu söylemeyeceğim, izleyin görün.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

"Julie & Julia" İki Ayrı Aşçı Kadının Gerçek Hikayeleri...

"Yönetmenlik dediğin, böyle olur" diyorum bazen. Bu kadar basit bir senaryoyu bu kadar izlenir kılmak işte böyle bir şey olsa gerek. Size hangi filmden bahsettiğimi söyleyeyim. Hadi gelin size filmi şöyle bir anlatayım.

2009 yapımı "Julie & Julia" iki kadının gerçek hikayesidir. Julia, bir kamu kuruluşunda çalışan bir kadındır. Julie de bir kamu kuruluşunda çalışan bir kadındır. Julia, mutlu bir evliliğe sahiptir ve çocuğu yoktur. Julie de mutlu bir evliliğe sahiptir ve çocuğu yoktur. Julia kendine bir hobi olarak Fransız yemekleriyle ilgili bir kitap yazmaya karar verir. Julie de bu kitapta yazan 524 tarifi 365 günde tek tek deneyip bunları bir blogda yazmaya karar verir. Hikaye bu...

Filmdeki "ideal kadın Julia" karakterini bu filmle 16. kez Oscar'a aday gösterilen Meryl Streep oynuyor. Julia'nın en büyük hayranı Julie adlı hırçın blogger'ı ise son zamanlarda sıkça görmeye alıştığımız (hanımefendiyi en son "Man of Steel"da izlemiştim) Amy Adams oynuyor.

Baştan söyleyeyim, film tam bir kadın filmi. Hem de 4/4'lük. E tabi ben de bir kadın olarak filmin bazı kısımlarında geçen tarifleri ve püf noktalarını iyice öğrenmek için o kısımları bir daha bir daha izledim:)))

Değişik bir film. Benim çok hoşuma gitti. Umarım siz de beğenirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

3 Temmuz 2013 Çarşamba

"Man Of Steel" Yeni Nesil Superman Filmi...

Eşim ve ben dün 7. evlilik yıl dönümümüzü kutladık. Ama romantik bir akşam yemeği yiyerek ya da romantik bir film izleyerek falan değil. Pek öyle tipler değilizdir biz. Daha aksiyonlu, daha maceralı bir şey yaptık ve çocukluk kahramanımız Superman'in dumanı üstünde filmine gittik. Ve sonunda şunu söyledik: "Ne iyi yaptık da evlendik ve ne iyi yaptık da bu filme geldik!" :)))



Gelin önce filmimize bakalım, sonra da diğer ayrıntılara ve yorumlara geçelim. 2013 yapımı "Man Of Steel" (Çelik Adam)'da hikaye, Kripton Gezegeninde başlamaktadır. Jor-El ve Faora-Ul çiftinin bir bebekleri olur. Ancak bu bebek yıllardır normal yollarla olan tek bebektir. Çünkü Kriptonlular yaşama ve üreme yöntemlerine fazlasıyla müdahale etmişler ve yaşadıkları dünyanın dengesini bozmuşlardır. Gezegenin sonu yakındır. Bu sebeple Jor-El ve Faora-Ul çifti oğullarının hayatta kalabilmesi için onu bir kapsüle koyup Dünya'ya fırlatırlar. Tek temennileri, kapsülün güzelce iniş yapmasıdır. Neyse ki kapsül Dünya'ya kazasız belasız iner ve küçük bebek iyi kalpli çiftçi bir aile tarafından büyütülür.


Diğer taraftan yöneticiler ve askerler arasında ciddi bir savaş başlamıştır. Yöneticiler bin bir güçlükle General Zod önderliğindeki isyancıları yakalayıp 300 yıllık soğuk hapse mahkum etmeyi başarırlar. Ancak kısa süre sonra Kripton Gezegeni infilak eder ve bu yok oluş, ne yazık ki General Zod'un ve kurmaylarının serbest kalmalarına sebep olur. Sağ kalan General Zod iki şey için yemin eder: 1) Jor-El'in oğlunu bulup öldürmek 2) Kriptonluları yeniden yükseltmek.

Filmdeki yeni Clark Kent'imiz İngiliz asıllı oyuncu Henry Cavill. Adam, bu dünyaya resmen Clark Kent olmak için gelmiş. O derece cuk oturmuş yani. Ama tabi filmde bir Nolan klasiği de söz konusu. Yani süper kahramanımız yalnız değil. Çok iyi akıl hocaları var. Mesela gerçek babası Jor-El. Peki o rolü kim oynuyor dersiniz? Russell Crowe. E bir de Superman'imizin Dünya'daki babası var, o rolü kim oynuyor dersiniz? Kevin Costner. Ha bir de (ileriki bölümlerde daha çok göreceğimizi tahmin ettiğimiz) Genel Müdür White var. O da Lawrence Fishbourne tarafından canlandırılıyor. Bayan oyuncu konusunda ise yine bir Nolan klasiği görüyoruz. "Çok tanınmış bir isme gerek yok, bulun birini oynatın" gibi olmuş. Ama hanımefendi rolünün altından başarıyla kalkmış, o da ayrı mesele:)))

Filmin yapımcıları ise Christopher Nolan ve David S. Göyer ((Dark Knight Serisinin senarist ve yönetmenleri). Beyefendiler adeta Superman olgusunu baştan yaratmışlar. Zira önceki Superman'lerde bazı şeyler gözümüze gözümüze sokuluyordu. Sembollere ve inanışlara fazlasıyla yer veriliyordu. Bu kez film, o tür sembollerden bir miktar arındırılmış. Gözümüze çarpan iki önemli sembol var. 1 ) "S" işareti. (açıklama yapıp da spoiler vermeyeyim.) 2) "Man Of Steel" ismi; ki bu isim çizgi romanlarda anlatılan Kripton'daki Superman'in asıl lakabı. (Bir tane daha çok önemli bir sembol yakaladığımı düşünüyorum, ama dini yada siyasi bir kriz çıkartmak istemediğimden dolayı emin olmadan konuşmayayım dedim.)

Filmde eski Superman'lere göre bir kaç değişiklik daha var. Mesela Superman'in kostümü. Kostüm nihayet bir palyaço kostümü görüntüsünden kurtulup gerçek bir süper kahraman kostümüne bürünebilmiş. Kırmızıyla mavinin daha koyu ve daha karizmatik tonları kullanılmış. Filmin müziklerine ise bayıldım. Hepsini toplayınca güzel bir soundtrack albümü olmuştur eminim. Bir de "hız" var. Yeni nesil filmlerdeki şu aksiyona aksiyon katan sürat olgusu. Ama öyle böyle değil. Uçuşlar, dövüşler, düşüşler, vb. hepsi çok hızlı. Müthiş keyif verici. Filmdeki ihtişama zaten bir şey diyemeyeceğim. En görkemli ne varsa o kullanılmış.

Lafı çok uzattım biliyorum. Ama filmde konuşulacak çok şey var. Ben en iyisi toparlayayım. Mutlaka izleyin. Daha doğrusu mutlaka sinemada ve dev ekranda izleyin. Ben çok beğendim, umarım siz de beğenirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

2 Temmuz 2013 Salı

"Kız Kavgası" Gerçek Bir Kız Kavgası...

Çeşitli türde meslek liselerinde çalıştığımdan dolayı bolca kız kavgası hikayesi dinlemişimdir. Bir sürüsüne de disiplin kurulunda müspet yada menfi oy kullanmışımdır. Ama hiç görmüşlüğüm yada izlemişliğim yoktur. Bu filmi izledim ve şimdi artık kız kavgalarının nasıl bir şey olduğu hakkında aşağı yukarı bir fikrim var.

Gelin gerçek bir öyküden ilham alınmış 2011 yapımı TV filmi "Kız Kavgası" (Girl Fight) adlı filme bir bakalım. Haley, 16 yaşında liseden mezun olmak üzere olan başarılı bir kızdır. Üniversiteye tam burs kazanmış, hanımefendi bir kızdır. Haley, gider ayak okulun popüler kızları arasına girmeye kalkar. Onlar da bir şekilde onu aralarına alırlar. Ancak bu popüler kızlar, kısa süre sonra Haley'in kendileri hakkında facebook'ta yazdığı bir kaç dedikoduyu görürler. Haley'in sözlerinden gıcık kapan kızlar bir intikam planı yaparlar. Kızlar, önce Haley'i kışkırtıp onunla dövüşmek ve sonra da o kavgayı youtube'a yükleyerek izlenme rekoru kırmak istemektedirler. Kızlar, Haley'i evlerine çağırırlar ve planı işletmeye başlarlar. 5 kız, Haley'i tabir-i caizse evire çevire döver ama Haley içine düştüğü tuzağı anlamıştır ve onlara bir fiske bile vurmaz. Kızlar daha sonra Haley'i evlerinden postalarlar. Haley'in anne babası kızlarının durumunu ve sonra da o videoyu görünce adeta kan beyinlerine sıçrar. Ve işte yasal süreç böyle başlar...

Film bu tür olayları pek çok açıdan ele alan ilginç bir film. Aile, basın, okul, sosyal medya, arkadaşlık ve yargıyı içine alan karmaşık bir hikaye.

Kınayamıyorum, benim de iki çocuğum var. Sadece dua ediyorum, çocuklarım ne Haley'in durumuna düşsünler, ne de o 5 kızın yerine diye.

Hayata İyi Seyirler...

"Pahalı Yüzük" Ünlülerin Kıyafetlerini Çalan Bir Grup Gencin Gerçek Hikayesi...

Yaz tatili için bir ergenlik çağı filmi daha... Hem de gerçek hikaye...

2013 yapımı "Pahalı Yüzük" (The Bling Ring) adlı filme bir bakalım. Zack, yakışıklı fakat içe dönük bir lise öğrencisidir. Zack ve ailesi Los Angeles'a taşınır ve Zack yeni bir okula başlar. Fakat Zack, okula başladığı ilk gün okulun en havalı kızı Natalie'den hoşlanır. Onun dikkatini çekmeye çalışan zeki çocuk Zack, Natalie'nin dikkatini çekmekte fazla zorlanmaz çünkü Natalie'nin' zayıf noktasını hemen bulur: Ünlüler ve moda. Zack ve Natalie bir gece, ünlülerin katıldıkları bir partiye katılmak için Paris Hilton'un tweeter hesaplarını takip ederler. Ancak Paris Hilton'un evine gittiklerinde parti falan göremezler. Yine de gizlice eve girerler ve doğruca Paris Hilton'un giyim odasına yönelirler. Yüzlerce pahalı ve rengarenk elbisenin bulunduğu giyim odasında Natalie'nin resmen gözü döner. Tüm elbiseleri tek tek deneyen Natalie, elbiselerin bir kısmını çalar ve sonra ikisi de oradan kaçarlar. Bu adrenalin patlaması Zack'in de Natalie'nin de çok hoşuna gider. Sonrasında bu ikili, ekibe bir kaç kişiyi daha alarak bu küçük hırsızlıkların boyutunu büyüteceklerdir.

Film bir köşe yazarının makalesinden ilham alınarak kurgulanmış. O yüzden konusu gerçekten ilginç. Filmde de hiç ünlü oyuncu yok. ama bir sürü ünlü oyuncunun isimleri ve kurgusal giyim odalarıyla ünlüler filme dahil edilmiş.

İnternetin, tweeter'ın facebook'un, popülaritenin, ünlülerin, markaların, modanın ve dış görünüşün ergenler için ne kadar önemli olduğunu anlatan vasat bir film.

Film yokluğunda izleyebilirsiniz:))

Hayata İyi Seyirler...

P.S. Bu filmin bir versiyonu daha var. Emma Watson'ın oynadığı. O daha iyiymiş, onu daha izlemedim. İzlerseniz ve bundan daha çok beğenirseniz lütfen yorum yazın.

"Şrek Serisi" Bir Animasyon Klasiği...

Bazen çok iyi bildiğinizi zannettiğiniz şeyler aklınıza bile gelmez ya. Ben de şunu farket yatim. Çocuklarıma Şrek'leri hiç izletmemişim. Hem de hiç. Üstelik son bölümü kendim de izlememişim. E tabi bunu fark edince de hemen oturdum bilgisayarın başına.


Gelin şu 4 bölümlük Şrek (Shrek) serisine bir bakalım. Ancak 4 filmi bir arada yazacağım için spoiler vermek durumunda kalıyorum. O yüzden dikkatli okumanızı tavsiye ediyorum.

ŞREK 1 (2001) 

Şrek, bataklığında yalnız başına yaşayan bir devdir. Kimsenin kendine bulaşmasına izin vermeden huzurlu bir şekilde yaşamını sürdürmektedir. Ancak bir gün onun bataklığına sığınan geveze bir eşek ve ertesi gün kralın zulmünden kaçıp aynı bataklığa sığınan masal kahramanları yüzünden Şrek'in monoton hayatı alt üst olur. Şrek derhal Kral'a gider ve masal kahramanlarını geri çağırmasını ister. Ancak Kral bir şart öne sürer. Kralın şartı, Prenses Fiona'yı hapsedildiği kuleden gidip kurtarmasıdır. Şrek sırf bataklığını geri almak için anlaşmayı kabul eder ve Eşek'i de yanına alıp yola çıkar.




ŞREK 2 (2004)




















Şrek ve Prenses Fiona evlenirler muhteşem bir balayı geçirirler. Balayı dönüşü Prenses Fiona'nın anne ve babasından bir davet alırlar. Kral ve Kraliçe, kızları Fiona ve onun eşiyle tanışmak için bir kraliyet balosu düzenleyeceklerdir. Şrek bu fikirden hiç ama hiç hoşlanmaz ama çaresiz daveti kabul eder. Şrek ve Fiona için görkemli bir karşılama töreni hazırlanmıştır. Herkes yeni prens ve prensesle tanışacağı için çok sevinçlidir. Ancak bu sevinç, Şrek ve Fiona'nın arabadan inmesiyle son bulur. Hatta kral ve kraliçeninki bile...




ŞREK 3 (SHREK THE THIRD, 2007)
Fiona'nın yaşlı babası ölüm döşeğindedir ve ölmeden önce vasiyetini bildirir. Vasiyete göre kraliyetin gizli saklı bir köyde gizlice büyütülmüş bir varisi vardır ve onun bulunup getirilmesi gerekmektedir. Şrek bu vasiyeti derhal yerine getirmek için kolları sıvar. Zira o varisi bulup getirmezse kendisi kral olmak zorunda kalacaktır. Bu yüzden en sadık dostları Eşek ve Çizmeli Kedi'yi de yanına alır ve prensi bulma operasyonunu başlatır.




ŞREK: SONSUZA DEK MUTLU (SHREK: FOREVER AFTER, 2010)
Artık saraya yerleşmiş olan Şrek adeta evcilleşmiştir. Temizlik, kurallar, davetler ve şatafatlı kıyafetler Şrek'i adeta nefes alamaz duruma getirmiştir. Bir çıkış yolu arayan Şrek'in karşısına sürpriz bir isim çıkar: Rumpelstiltskin. Rumpel, Şrek'e bir anlaşma teklif eder. Anlaşmaya göre Rumpel Şrek'in tekrar bir dev gibi yaşamasına imkan sağlayacak paralel bir zamana gönderecektir. Şrek bu anlaşmayı küçük bir tereddütten sonra kabul eder. Ancak Şrek, şeytanla el sıkıştığının farkında değildir.



Filmler kısaca böyle. En iyisinin ilki olduğunu ve son filme doğru reytinglerinin git gide düştüğünü söylemek gerekse de hepsi de izlemeye değer. Orijinal seslendirmede çok ünlü oyuncular var. Eddie Murphy gibi, Antonio Banderas gibi. Ama bizim dublajlar da çok güzel. Hatta eminim orijinallerinden daha iyi olmuştur.

Kısacası filmler güzel. İzleyin, eğlenin.

Hayata İyi Seyirler...