30 Haziran 2013 Pazar

"Kod Adı: Olympus" İz Bırakmayacak Bir Aksiyon Filmi...

Bu gün öğlen eşimle birlikte bir film izledik. Film o kadar sıkıcıydı ki ki bir ara gelişme bölümlerinde 15-20 dakika kadar uyumuşum. Akşam üstü bir film daha izledik. Daha önce de defalarca izlemiş olduğumuz "Görevimiz Tehlike 4". Gece de bilgisayarımı elime alıp eşime "Öğlen izlediğimiz filmin adı neydi?" niye sordum. "Öğlen film izlemedik ki?!!" dedi. Ben de "İzledik canım." dedim. O da "Görevimiz Tehlike mi?" dedi. Yani düşünün; bugün bir film izledik ve hiç ama hiç etkisinde kalmadık. Hiç ama hiç hatırlamadık.


Gelin şu filme bir bakalım. 2013 yapımı filmin adı "Kod Adı: Olympus" (Olympus Has Fallen). Hikayeye göre Mike, Amerikan Başkanı Asher'ın en iyi korumasıdır. Bir akşam Başkan ve eşi elim bir trafik kaza geçirir. Kazada Başkanın ve eşinin bindiği araba uçurumun kenarında sıkışıp kalır. Mike, hızla Başkanı kurtarır ancak başkanın eşi arabayla birlikte uçurumdan düşmekten kurtulamaz ve orada hayatını kaybeder. Bu olaydan sonra Mike görevden uzaklaştırır. Aradan 18 ay geçer ancak ne Mike o geceyi unutabilmiştir, ne de başkan. Yine de her ikisi de hayatlarına kaldıkları yerden devam etmeye çalışmışlardır.
O gün Başkan, Beyaz Saray'da Kore Cumhurbaşkanını ağırlayacaktır. Ancak görüşmeler esnasında hiç beklenmedik bir olay olur ve Beyaz Saray saldırıya uğrar. Daha da kötüsü 13 dakika içinde Beyaz Saray düşer. Şimdi Başkanı, rehineleri ve Beyaz Saray'ı kurtarmak için başlatılan operasyonun en önemli gönüllüsü Mike olacaktır.

Filmde Mike'ı Gerard Butler ve Başkan Asher'ı da Aaron Eckhart canlandırıyor. E tabi bir de böyle filmlerin değişmez aktörü Morgan Freeman'ı görüyoruz geri planda.

Ama bu kadroya rağmen filmi tavsiye edemeyeceğim. Zira filmin şu kadarcık özetinden bile sonunu tahmin edebileceğinize eminim. Hatta gelişmeleri bile az çok tahmin etmişsinizdir. Bir sinema sever değilseniz, 40 yılda bir film izleyen biriyseniz, belki beğenirsiniz.

İyisi mi şöyle diyelim. İzlemeniz ve unutmanız dileğiyle.

Hayata İyi Seyirler...

29 Haziran 2013 Cumartesi

"Şeytanla Randevu" Samuel L. Jackson'lı Bir Gerilim Filmi...

Şu Hollywood'da gerilim filmi yapmak kadar kolay bir şey yok herhalde. Bir tane ünlü oyuncu (kötü adam rolünde), bir kaç tane 3. sınıf oyuncu, son anda çözülen basit bir senaryo ve al sana film:)))

Ve işte onlardan biri. 2012 yapımı "Şeytanla Randevu" (Meeting Evil) adlı filme bir bakalım. John evli ve iki çocuklu bir emlakçıdır. Ancak son zamanlarda oldukça sıkıntılıdır çünkü gırtlağına kadar borca batmış durumdadır ve evine haciz gelmiştir. Bir de o gün işten kovulunca iyice tuzu biberi olmuştur. John bitmiş vaziyette eve gelir. Kısa süre sonra kapı çalar. Kapıda iyi giyimli siyahi bir adam dikilmektedir. Adam John'a arabasının bozulduğunu söyler ve arabayı itmesini rica eder. John, yolda kalmış bu yabancıya hemen yardım eli uzatır. İşte bu yardım eli, John için kabusa dönecek hayatın başlangıcı olur.

Filmde tahmin edebileceğiniz gibi kötü adamı Samuel L. Jackson oynuyor. Senaryo ise Thomas Berger'in romanından uyarlanmış.

Film kötü. Tıpkı diğer çoğu gerilim filmi gibi. Ama gerilim seviyorsanız, keyif alabilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

"Yan Yol" Bir Roman Uyarlaması...

Paul Giamatti'yi çok severim. Ama beyefendinin başrol oynadığını hiç görmemiştim. Ta ki geçen haftaya kadar. Hem de kendisinden daha yakışıklı bir aktörle oynamasına rağmen:)

Rex Pickett'in aynı adlı romanından uyarlanan 2004 yapımı "Yanyol" (Sideways) adlı filme bir bakalım. Miles (Paul Giamatti tarafından canlandırılıyor), orta yaşa merdiven dayamış dul bir adamdır. Aslında İngilizce öğretmenidir ama asıl hayali bir yazar olmaktır. Daha doğrusu kitapları basılan bir yazar olmaktır. Zavallı Miles hem iş hayatındaki hem de özel hayatındaki başarısızlıkları sebebiyle orta yaş bunalımına girmek üzeredir. Ne tesadüftür ki Miles'ın iyi arkadaşı Jack (Thomas Haden Church, hani şu Kum Adam) de aşağı yukarı aynı durumdadır. Jack bir aktördür. Ama nedense bir türlü ünlü olamamış basit bir aktördür. Neyse ki 10 gün sonra evlenecektir ve belki de geri kalan yaşamında şeytanın bacağını kıracaktır. Bu iki arkadaş bu 10 gün boyunca birlikte takılmaya karar verirler. Miles'ın amacı, eski dostuna hoş bir 10 gün yaşatmaktır. Jack'in amacı ise hayatını özgürce yaşayabileceği son 10 gününde son bir kez bir kadını ayartmak ve onunla yatmaktır. Bu tuhaf ikilinin tuhaf tatili işte böyle başlar.

Filmin yönetmeni Alexander Payne. Hani şu "Schmidt Hakkında" ve "Senden Bana Kalan" filmlerinin yönetmeni olan. Zaten bu film de aynı onların tadında. Eğer o filmleri sevdiyseniz, bunu da seversiniz.

Ama ben pek sevemedim. Hem de yüksek reytinglerine rağmen .Espri anlayışı çok değişik. Bir roman uyarlaması olduğu için karakter analizlerine ayrılan süre olaylardan daha baskın. Bizde de bu filmin muadili var. Hani Mazhar Alanson'la Cem Yılmaz'ın yıllar önce oynadığı "Her Şey Çok Güzel Olacak" adlı film gibi bir şey.

Yine de sıkılmam ben diyorsanız, siz bilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

28 Haziran 2013 Cuma

"Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2" Serinin 5. ve Son Filmi...

Yaz tatili girince benim şu liseli bebelerin hayranı oldukları şu filmlere bir göz atayım dedim. Ve elbette ki Alacakaranlık Serisiyle işe başladım. Aslında serinin tüm filmlerini bir günde izleyip bitirdim. Ancak spoiler vermek istemediğim için hepsini bir yazıda yazmadım. Bu sonuncusu...

İşte size beş filmlik Alacakaranlık Efsanesi'nin 5. filmi. 2012 yapımı "Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2" (Twilight Saga: Breaking Dawn Part 2) 'de hikaye kaldığı yerden devam ediyor. Hikayeye göre Bella ve onun vampir kocası Edward'ın çocukları sağlıkla dünyaya gelmiştir. Bella ise doğum sırasında ölmüştür ve Edward onu alelacele ısırarak dönüştürmüştür. Bir ölümsüz olarak hayata yeniden tutunan Bella 4/4'lük bir vampir olmuştur. Kızları Renesmee ise yarı insan yarı vampir bir çocuktur. Ancak Yüksek Vampir Konseyi, çocuk vampir olgusuna sıcak bakmamaktadır ve Renesmee'nin öldürülmesini istemektedir. Bu durumda Bella ve Edward, kızlarının ölümsüz olmadığını konseye ispatlamak zorunda kalırlar. Bunun için tüm dünyadaki vampir dostlarıyla iletişime geçip tanık toplama kararı alırlar. Bu süreçte en büyük yardımcıları yine Cullen ailesi ve artık pek çok konuda müttefik oldukları kurt adamlar olacaktır.

Seride Bella'yı Kristen Stewart canlandırıyor. Romantik vampiri ise Robert Pattinson. Tabi serinin devamına damgasını vuracak olan Jacob'ı canlandıran Taylor Lautner'i de unutmayalım. Filmlerin daha doğrusu romanların yazarı Stephenie Meyer. Serinin bu filminin (ve 5. sinin) yönetmeni ise Bill Condon.

İlk 3 filmden farklı olarak 4. ve 5 filmler o kadar bayık değil. İlk 3 filmi kazasız belasız izlediğinize göre 4.'yü de izlediniz ve bu 5. filmi de merak ettiniz demektir. İzlemek artık boynunuzun borcu yani. Neyse ki serinin bu 4. ve 5. filmine el atan yönetmen, diğerlerinden daha iyi :)

Hayata İyi Seyirler... 

"Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1" Serinin 4. Filmi...

Yaz tatili girince benim şu liseli bebelerin hayranı oldukları şu filmlere bir göz atayım dedim. Ve elbette ki Alacakaranlık Serisiyle işe başladım. Aslında serinin tüm filmlerini bir günde izleyip bitirdim. Ancak spoiler vermek istemediğim için hepsini bir yazıda yazmayacağım.

İşte size beş filmlik Alacakaranlık Efsanesinin 4. filmi. 2011 yapımı "Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1" (Twilight Saga: Breaking Dawn Part 1) 'de hikaye kaldığı yerden devam ediyor. Hikayeye göre Bella ve onun vampir aşkı Edward evlenme kararı alırlar. Bella'nın dönüştürülmesi işi ise balayı sonrası olarak kararlaştırılır. Ancak balayı esnasında Bella ve Edward sıra dışı bir gerçekle karşılaşırlar. Bella, hamile kalır. Mutlu çift, balayını yarıda kesip hızla geri dönmek zorunda kalırlar. Zira Bella'nın insan vücudu, bir vampir bebek dünyaya getirmek için fazlasıyla narindir. Hızla büyüyen fetüs, Bella'yı tüketmektedir. Bella ise bebeği doğurmaya kararlıdır. Diğer taraftan vampirlerin ezeli düşmanı kurt adamlar, bir vampirin dünyaya geleceğini öğrenince Bella ve bebeğin hayatları büsbütün tehlikeye girer. Ve sonuç...
Seride Bella'yı Kristen Stewart canlandırıyor. Romantik vampiri ise Robert Pattinson. Tabi serinin devamına damgasını vuracak olan Jacob'ı canlandıran Taylor Lautner'i de unutmayalım. Filmlerin daha doğrusu romanların yazarı Stephenie Meyer. Serinin bu filminin (ve 5. sinin) yönetmeni ise Bill Condon.

İlk 3 filmden farklı olarak bu film o kadar bayık değil. İlk 3 filmi kazasız belasız izlediğinize göre bunu izlemek artık boynunuzun borcu. Neyse ki serinin bu 4. ve 5. filmine el atan yönetmen, diğerlerinden daha iyi :)

Hayata İyi Seyirler...

"Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma" Serinin 3. Filmi

Yaz tatili girince benim şu liseli bebelerin hayranı oldukları şu filmlere bir göz atayım dedim. Ve elbette ki Alacakaranlık Serisiyle işe başladım. Aslında serinin tüm filmlerini bir günde izleyip bitirdim. Ancak spoiler vermek istemediğim için hepsini bir yazıda yazmayacağım.

İşte size beş filmlik Alacakaranlık Efsanesinin 3. filmi. 2010 yapımı "Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma" (Twilight Saga: Eclipse)'te hikaye kaldığı yerden devam ediyor. Hikayeye göre Bella hala eski düşman vampir Victoria'nın tehdidi altındadır. Onu korumaksa elbette ki biricik aşkı Edward'a ve onun kendisi gibi vampir olan akrabaları Cullen'lara düşmüştür. Ancak Cullen'ların gücü Victoria'yı bastırmakta yetersiz kalınca vampir ailesine en büyük destek Jacob'dan gelir. Jacob ve onun kurt adam kabilesi, Bella'nın hatırı için ezeli düşmanlarıyla işbirliği yapmak zorunda kalırlar.  

Seride Bella'yı Kristen Stewart canlandırıyor. Romantik vampiri ise Robert Pattinson. Tabi serinin devamına damgasını vuracak olan Jacob'ı canlandıran Taylor Lautner'i de unutmayalım. Filmlerin daha doğrusu romanların yazarı Stephenie Meyer. Serinin bu filminin yönetmeni ise David Slade.

İlk iki filmde olduğu gibi, bu film de son derece bayık. Bizim yerli diziler gibi. Bir cümle, 3 dakika bakışma. Gereksiz iletişimsizlikler, gereksiz kıskançlıklar ve gereksiz kırgınlıklar. Bitmek bilmiyor. Ama bunların, ergenlerin beğenisini topladığına hiç şüphe yok.

İçinizin bayılmasını istiyorsanız, bunu da izleyin.


Hayata İyi Seyirler...

P.S. Zoru atlattınız. Bu filmi de izlemeye tahammül edebildiyseniz, 4. ve 5. filmler daha güzel, (çünkü o ikisinin yönetmeni başka.), onları daha çok beğenebilirsiniz.

"Alacakaranlık Efsanesi" Serinin 1. Filmi...

Bu yazıyı bir iki ufak değişiklik yaparak yeniden yayınlıyorum.

Yaz tatili girince benim şu liseli bebelerin hayranı oldukları şu filmlere bir göz atayım dedim. 
Ve elbette ki Alacakaranlık Serisiyle işe başladım. Aslında serinin tüm filmlerini bir günde izleyip bitirdim. Ancak spoiler vermek istemediğim için hepsini bir yazıda yazmayacağım. 
Ya ben yaşlanmışım, ya da bu gençlerin "iyi film" anlayışlarında bir sorun var. "Alacakaranlık Efsanesi" (Twilight) filmin gösterime girdiği gün sınıflarımdaki öğrencilerin yarısı okulu kırdı. Ertesi gün filmi öyle anlattılar, öyle anlattılar ki "E peki, bir izleyelim bakalım" dedim. Vampir filmlerini severim ya, zannediyorum ki bir şaheser izleyeceğim, gece korkudan sıçrayarak uyanacağım. Ama nerede? Al "Kız ve Kurt" filmini, çak "Alacakaranlık"a.
Konusundan falan hiç bahsetmeyeceğim. Ama yazık yazık. Vampir filmlerinin (kitaplarının) bir kurgusu vardır. Bir sürü kuralı, kendi içinde tutarlı yanları vardır. Aynada görüntülerinin yansımaması gibi. Güneş ışığına çıkamamaları gibi. Davet edilmedikleri hiç bir yere giremedikleri gibi. Sivri dişlerinin olması gibi, gibi gibi gibi... Ama bu film, kural falan tanımamış. Hem de basit bir senaryo uğruna. O kadar tuhaf ki vampir olmayan kız, vampirlerden daha soluk benizli. Oyunculuklar berbat (Esas kız Bella hariç). Romantizm, arabesk düzeyde. İçinde aşk da olan bir vampir filmi değil, içinde vampir ögeler de bulunan bir aşk filmi desek daha doğru.

Bunu da beğenler var tabi ki. ama bence vampir filmi dediğin "Blade" gibi olur. Bir kuralı yıkarken kurguyu yıkmaz. Vampir filmi dediğin "Underworld" gibi olur. Işıklandırmasıyla, kostümüyle, görsel efektiyle, her şeyiyle göz doldurur. Vampir filmi dediğin "Vampirle Görüşme" gibi olur. Oyuncusu, oyunculukları, senaryosuyla hafızanızda iz bırakır.

Vaktiniz varsa başka vampir filmleri izleyin. Ya da yukarıda saydıklarıma tekrar atın.

Hayata İyi Seyirler...

"Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay" Serinin 2. Filmi

Yaz tatili girince benim şu liseli bebelerin hayranı oldukları şu filmlere bir göz atayım dedim. Ve elbette ki Alacakaranlık Serisiyle işe başladım. Aslında serinin tüm filmlerini bir günde izleyip bitirdim. Ancak spoiler vermek istemediğim için hepsini bir yazıda yazmayacağım.

İşte size beş filmlik Alacakaranlık Efsanesinin 2. filmi. 2009 yapımı "Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay" (Twilight Saga: New Moon) 'da hikaye kaldığı yerden devam ediyor. Hikayeye göre Bella ve vampir çocuk Edward'ın aşkı her geçen gün daha da büyümektedir. Ancak Bella'nın içini bir korku kaplamıştır. Zira Edward bir vampirdir ve ölümsüzdür. Bella ise bir insandır ve her geçen gün yaşlanmaktadır. 50 yıl sonra Bella ve Edward artık o romantik görüntüden çok uzak olacaklardır. Bu sebeple Bella da ölümsüz olmak istemekte ve dönüştürülmeyi talep etmektedir. Edward ise Bella'nın ruhunu alma fikrinden hiç hoşlanmaz ve çareyi Bella'yı terk edip kendini unutturmakta bulur. Bir anda kendini yapayalnız hisseden Bella ise eski bir dostuna sarılır. Jacob... Ancak Bella, Jacob ile ilgili gerçeklerden habersizdir.

Seride Bella'yı Kristen Stewart canlandırıyor. Romantik vampiri ise Robert Pattinson. Tabi serinin devamına damgasını vuracak olan Jacob'ı canlandıran Taylor Lautner'i de unutmayalım. Filmlerin daha doğrusu romanların yazarı Stephenie Meyer. Serinin bu filminin yönetmeni ise Chris Weitz.

İlk filmde de bahsettiğim gibi, bu film de son derece bayık. Bizim yerli diziler gibi. Bir cümle, 3 dakika bakışma. Gereksiz iletişimsizlikler, gereksiz kıskançlıklar ve gereksiz kırgınlıklar. Bitmek bilmiyor. Ama bunların, ergenlerin beğenisini topladığına hiç şüphe yok.

İçinizin bayılmasını istiyorsanız izleyin.

Hayata İyi Seyirler...

P.S. Zoru atlattınız. 3. filmi de izlemeye tahammül edebilirseniz, 4. ve 5. film daha güzel, (çünkü o ikisinin yönetmeni başka.), onları beğenebilirsiniz.

"Gracie'nin Seçimi" Bir Umut Dramı...

Küçük insanların büyük hikayeleri ve onların ibretlik hayatları her zaman birilerinin ilgisini çekmiştir. Yapımcılar bu tür fırsatları hiç kaçırmazlar çünkü onlar gerçek öykülerdir ve çok düşük bütçelere mal edilirler. Seyirci de bu tür filmleri sever çünkü izlemesi kolaydır ve sinemada izlenmese de olur. İşte o tür filmlerden biri.

2004 yapımı "Gracie'nin Seçimi" (Gracie's Choice) adlı filme bir bakalım. Rowena, 5 çocuklu bir annedir. Sorun şudur ki Rowena uyuşturucu bağımlısı çatlak bir kadındır ve çocukların beşi de farklı babalardandır. İçlerinde en aklı başında olansa lise öğrencisi Gracie'dir. Gracie, kısa hayatı boyunca hep ailenin tüm yükünü çekmiş ve annesinin pisliklerini kapatmaya çalışmıştır. Ancak artık yorulmuş ve son polis baskınında annesinin hapse atılmasına göz yummuştur. Sonra da kardeşlerini yanına alıp bir eve taşınmış ve hayatını onlara adamaya karar vermiştir. İşte bu karar, Gracie'nin o zorlu ve yeni hayatına attığı ilk adım olacaktır.

Film 4/4'lük ibretlik bir hikayeden uyarlama. Filmde ünlü oyuncular var ancak şöhret oyuncular yok.

İzleyin, umutlanın derim.

Hayata İyi Seyirler...

26 Haziran 2013 Çarşamba

"Suç Çıkmazı" Bir Hapishane Filmi...

Uzun zamandır doğru dürüst projelerde göremediğimiz iki usta aktörü bir araya getiren güzel bir filmden bahsetmek istiyorum size. Hem de hapishane filmlerine bayılan sinemaseverler için (bunlara ben de dahilim) çok iyi bir film.

2008 yapımı "Suç Çıkmazı" (Felon) adlı filme bir bakalım. Wade, işlerini yeni yeni yoluna koymuş bir çocuk babası genç bir adamdır. Çocuğunun annesiyle henüz evlenmemiştir ama düğün yakındır. Wade ve eşi, bir gece tam uyumak üzerelerken evin içinde tıkırtılar duymaya başlarlar. Wade, yatağın altındaki beysbol sopasını alır ve harekete geçer. Bu sırada hırsız da tabanları yağlamaya başlar. Wade hırsızın peşine düşer ve elindeki sopayla hırsıza bir tane vurur. Ancak sopa hırsızın başına isabet eder ve hırsız o anda ölür. Wade cinayetten yargılanır ve adam öldürmeye tam teşebbüsten 3 sene hüküm giyer. Hayata dair tüm planları bir anda mahvolan Wade için zor günler başlamıştır. Zira mahkumlar arasında korkunç bir ırkçılık vardır ve gardiyanlar da bundan nemalanmaktadırlar. Üstüne üstlük bir de Amerikan Hapishanelerinin en azılı mahkumu John Smith de Wade'in koğuşuna transfer olunca Wade dibi vurur. Peki Wade bu arbededen sağ çıkabilecek midir?

Filmde Wade'i "Blade" filminin kötü adamı Frost olarak tanıdığımız Stephen Dorff oynuyor. Azılı mahkum John Smith'i ise Val Kilmer canlandırıyor.

Filmin reytingleri çok yüksek. Ben de filmi çok beğendim. Sapla samanın birbirine karıştığı ve hiç bir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını anlatan güzel bir film. Tek kabahati; bizde daha iyisinin olması. "Tatar Ramazan" :)

Hayata İyi Seyirler...

25 Haziran 2013 Salı

"Üç Kafadarlar" ve Onların Komik Hikayeleri...

Yaz tatilinin bu ilk günlerinde çoluk çocuk izlenecek muhteşem bir film yakaladım. Üstelik bu film, sessiz sinema döneminde yıllarca sürmüş bir komedi dizisinden uyarlama. Dostluk ve vefa borcu adına muhteşem bir hikaye...

2012 yapımı "Üç Kafadarlar" (Bazı yerlerde "Üç Ahbap Çavuş" olarak da geçiyor) adlı filme bir bakalım. Moe, Larry ve Curly, daha bebekken yetimhaneye bırakılmışlardır ve ömürleri o yetimhanede geçmiştir. Bu üç kafadarın sakarlıkları ve şapşallıkları, o iyi kalpli rahibelere bile yaka silktirmiştir. Ayrıca büyük -bir kaç gönüllü aile tarafından girişimde bulunulduysa da- bu üç kafadarı kimse evlatlık almak istememiştir. Neticede üç kafadar kocaman delikanlı adamlar olmalarına rağmen hala yetimhanede yaşamaya devam etmektedirler. Ancak bir gün yetimhane olarak çok kötü bir haber alırlar. Yetimhane, ekonomik sıkıntılar sebebiyle kapatılacaktır. Bir ay içinde 750.000 Dolar bulunmazsa bir sürü yetim, sokakta kalacaktır. Fırsat bu fırsattır. Şimdi Larry, Curly ve Moe için yetimhaneye olan minnet borcunu ödeme zamanı gelmiştir. Peki bu üç ahbap çavuş parayı bulabilecekler midir?

Filmin yapımcısı Bobby Farrelly'yi "Me, Myself and Irene" ve "Salak İle Avanak"tan tanıyoruz. Ne kadar eğlenceli ve komik olduğunu size anlatamam. Reytinglerinin çok düşük olması ise sizi yanıltmasın. Bazen reytinglere güven olmayabiliyor.

Ben çok beğendim. Çocuklarımsa bayıldı. Siz de izleyin, siz de eğlenin.

Hayata İyi Seyirler...

"Tanrıdan Gelen" Bir Klonlama Filmi...

Dün bir Robert De Niro filmi seyrettim. İnsan klonlama ve sakıncalarıyla ilgili. Hani bir laf vardır: "İnsanlar, ruhu olan bedenler değil, bedeni olan ruhlardır." İşte onu destekleyen bir film.


2004 yapımı "Tanrıdan Gelen", bir klonlama hikayesi... Paul ve Jessie Duncan çifti, biricik oğulları Adam'ın 10. yaş gününü kutlarlar. Ertesi gün Jessie, Adam'ı da alır ve alışverişe çıkarlar. Ancak tam Jessie kasada ödeme yaparken Adam'a araba çarpar ve küçük Adam oracıkta ölür. Jessie ve Paul mahvolurlar, dünya başlarına yıkılır. Ancak tam bu sırada hiç tanımadıkları bir yabancı (Robert De Niro) onlara çok gizli ve gizemli bir teklifle gelir. Yabancının adı Richard'dır ve bir Gen Bilim Adamı olan Richard, çifte yardım etmek istemektedir. Nasıl mı? Adam'ı klonlayarak. Çiftin, bu teklifi uzun uzun düşünecek vakitleri yoktur. Zira sadece 72 saatleri vardır. Alelacele bir karar almak zorunda kalan çift, teklife pozitif cevap verir. Ve Adam klonlanır. 10 yıl boyunca her şey çok güzel gider. Duncan çifti ve Richard olayı tüm gizliliğiyle sürdürmeye devam ederler. Ancak 10. yaş gününden sonraaaaaa.......................

Gerisini söyleyip her şeyi mahvetmeyelim değil mi? Filmde iyi işlenmemiş bir şeyler var. Bilim kurgu türüne sınıflandıramıyorum çünkü o dandik laboratuvardan başka görsel bir öge yok. Fantastik, belki. Gizem, tamam biraz. Hatta her şey filmin sonunda belli oluyor. Bu arada Robert De Niro beni biraz şaşırttı. Beyefendi sanki biraz rolüne inanmadan oynamış. Ama Allah var, filmin konusu güzel.

Klonlamayla ilgili tüm filmleri izlemek isteyenler için uygun. Ama inanın, piyasada daha iyileri var. (The Island gibi). Siz en iyisi onları izleyin.

Hayata İyi Seyirler...

20 Haziran 2013 Perşembe

"Kanunsuzlar" Bir Büyük Buhran Dönemi Filmi...

Amerikan tarihini az çok bilenler bilirler. 1900'lü yıllarda korkunç bir ekonomik krizle batan Amerika'da on binlerce insan işsiz kalmış, binlerce insan evsiz kalmış, bankalar batmış, hasatlar tarlada kalmış, ülkede ahlak ve huzur yerle bir olmuştur. O dönemle ilgili yüzlerce kitap yazılmış, bunlardan bir kısmı da beyaz perdeye uyarlanmıştır. Ve işte onlardan biri. Hem de gerçek hikayeden uyarlama.

2012 yapımı "Kanunsuzlar" (Lawless) adlı filme bir bakalım. Howard, Forrest ve Jack Bondurant Kardeşler (sırasıyla Jason Clarke, Tom Hardy ve Shia LaBeouf), Virginia'lı üç erkek kardeştirler. Geçimlerini kaçak içki damıtıp satarak kazanmaktadırlar. O dönemde pek çok kaçak içki satıcısı bulunmamaktadır. Ancak bu kardeşlerin en önemli farkı, ölümsüz olmalarıyla ün salmış olmalarıdır. Zira iki ağabey Howard ve Forrest defalarca vurulmuşlar, boğulmuşlar, kaza geçirmişler ama ölmemişlerdir. Bu ölümsüzlük masalına az çok kendileri de inanmış olacaklar ki belanın üstüne yürümekten hiç çekinmemektedirler. Bu sebeple mafya bile onlara bulaşmaktan çekinmektedir. Ancak günün birinde bela gelir ve onları bulur. Nasıl mı? Devlet eliyle. Yeni başsavcı ve onun pislik müfettişi Rakes (Guy Pearce), Bondurant Kardeşlerden üstü kapalı rüşvet isterler. E tabi bizim korkusuz kardeşler bu iki soysuz adama pabuç bırakacak değillerdir. İşte bu direniş, bütün hadiselerin başlangıcı olacaktır.

Filmdeki dört aktör de çok başarılı. Hele Tom Hardy'ye bayıldım. Adam sanki "Dark Knight Rises" da canlandırdığı "Bane" karakterinin ses provasını bu filmde yapmış.

Dğer taraftan film tam da "Büyük Buhran" sıkıcılığında. Ağır aksak ve bunalımlı. Yazıldığı döneme uygun yani. (tıpkı Fareler ve İnsanlar romanının Büyük Buhran anlatımları gibi.) Ama ben böyle filmleri seviyorum.

Yani tavsiye ediyorum, izleyebilirsiniz. Tabi kafanızın sakin olduğu bir zaman:)))

Hayata İyi Seyirler...

19 Haziran 2013 Çarşamba

"Çaylak Soyguncular"

Reytingleri düşük ama eğlenceli bir film yakaladım. İşte size filmimiz.

2011 yapımı "Çaylak Soyguncular" (30 Minutes or Less) adlı filme bir bakalım. Nick, genç bir pizza kuryesidir. Hani şu 30 dakikada kapınızda pizzacılarından.
Diğer taraftan Dwayne, emekli asker olan babasının gölgesinden kurtulamamış ve bu yüzden babasından tiksinen genç bir adamdır. Babasına katlanmasının tek sebebi, babasının yıllar önce piyangodan kazanmış olduğu bir kaç milyon doların kendisine miras kalacağını düşünmesidir. Ancak inatçı babası bir türlü ölmemektedir ve bu durum Dwawne'in canına tak etmiştir.
Bunun üzerine Dwayne, babasını öldürmek için kolları sıvar.
Dwayne, önce 100.000 papele kiralık bir katil tutar. Ancak 100.000 papeli yoktur. Bu parayı kendi bulmaya niyeti de yoktur. Bunun yerine gecenin bir vakti pizza siparişi verir. Gelen kurye bizim Nick'tir. Dwayne Nick'i bayıltır ve vücuduna bomba düzenekli bir yelek giydirir. Sonra da 10 saat içinde 100.000 papel bulup gelmezse bombayı patlatacağını söyler.
Nick'in çıkış yolu yoktur. Şimdi hedef, 10 saat içinde 100.000 doları bulmaktır.

Filmde pizzacı Nick'i Jesse Eisenberg oynuyor. Dwayne'i ise Danny McBride canlandırıyor. Bunun yanında daha pek çok ünlü oyuncu var.

Filmi izlerken "Zombieland"a ne kadar benzediğini düşündüm. Haksız değilmişim. Film, Zombiland'ın yapımcılarından çıkmış. Zaten Jesse Eisenberg iki filmde de aşağı yukarı aynı rolü oynamış. Sanki Zombiler yok edilmiş ve Jesse artık pizzacı olmuş gibi.

Sizin anlayacağınız, Zombiland'ı sevdiyseniz, bunu da seversiniz. Yorgun olduğunuz bir akşam izleyin, eğlenin derim.

Hayata İyi Seyirler..

P.S. Filmin bazı sahnelerinin +13 ve bazılarınınsa +18 olduğunu belirtmek isterim.

18 Haziran 2013 Salı

Animasyon Filmlerin Sakıncaları ve Çözüm Yolları...

Tatile girdiğimiz şu günlerde önemli bir meseleyle karşı karşıyayız. Okuyucularım devamlı olarak animasyon film önermemi istiyor. İzlediklerimi yazıyorum. Ama hepsine yetişmemin imkanı yok. Bu yüzden daha önce yayınlamış olduğum bir yazıyı yeniden yayınlamak istiyorum. Umarım mesajı alabilirsiniz...

"Şu ezoterik dünyayı çocuklarımızın dünyasına sokmasalar olmaz mı? Ağaç yaşken eğilir mantığıyla mı yapılıyor acaba bu filmler, biliyorum. 

Herkes bilir ki ben fantastik filmlere bayılırım. Fantastik kitaplara da. Yıllarca FRP oynadım ben. Hem de grubun en iyi oyuncularındandım. Üniversitedeyken seçmeli ders olarak Mitoloji aldım ve AA ile geçtim. Ama yine de ben bunların hepsini kendi tercihimle yaptım. Kimse beni bir şeye zorlamadı. Hiç bir şeye maruz bırakılmadım. Bunları yaparken 5 yaşında değildim. Orta okuldan sonra geliştirdiğim zevkler doğrultusunda seçtim. Ailemden de her hangi bir destek ya da engelleme görmedim. (biraz Uzaylı Zekiye olduğumu düşünürlerdi, o yüzden olabilir:))) )

Ama bu sizi yanıltmasın. Ben oldum olası sevmem cinli perili büyülü cadılı masalları. Çocuklara bunu empoze etmek hoş değil. "Öcü"yü tü kaka yapan anne babaların "iyilik perisini, ay dedeyi, noel babayı" yüceltmeleri çok enteresan. Muhtemelen içinde bulundukları ikilemin farkında değiller.

Ama yapımcılar bu işin gayet de güzel farkındalar. Animasyonların orasına burasına sıkıştırıp duruyorlar tuhaf tuhaf sembolleri. Hatta bazen konunun kendisi batıl inançlardan oluşuyor. İyi cadılar, kötü cadılar, ritüeller, semboller, kara büyüler, asalar, vb. gırla gidiyor. Pozitif bilimlerin bu kadar geliştiği bir dönemde yaşamamıza rağmen çocukları dürüstlük, çalışkanlık ve sabır gibi erdemlerden ziyade çabucak büyü yapma, kadere hemen müdahale etme, iyilik perisinden medet umma vb. saçmalıklara teşvik ediyorlar.

Başka ülkelerde nasıl karşılanıyordur bu durum, bilemiyorum. Ama bizim memlekette buna "Müslüman mahallesinde salyangoz satmak" denir.

Olmuyor. Olmaz. Yanlış. İnşallah bu proje tutmaz diyorum. Bu projenin tutmaması için de bir çözüm önerisi sunuyorum.

***LÜTFEN ÖNCEDEN İZLEMEDİĞİNİZ BİR ANİMASYONU ÇOCUKLARINIZA İZLETMEYİN.

***ÇOCUĞUNUZA BİLGİSAYARDAN BİR ANİMASYON AÇIP EV İŞLERİNE KOYULMAYIN.

*** ÇOCUĞUNUZUN MİSAFİR / EV SAHİBİ ÇOCUKLARLA BİRLİKTE BİR ODAYA TIKILIP BİLMEDİĞİNİZ ANİMASYON FİLMLER İZLEMESİNE İZİN VERMEYİN.

*** +7 İŞARETLERİNE DİKKAT EDİN. ZİRA +7 "KÜÇÜK ÇOCUKLAR İZLEYEMEZ" DEMEK DEĞİLDİR. "KÜÇÜK ÇOCUKLAR VELİLERİNİN GÖZETİMİNDE İZLEYEBİLİRLER" ANLAMINA GELİR. (Yani velinin de izlemesi gerekir.) 

İnşallah önerilerimizi dikkate alırsınız.

Hayata İyi Seyirler..."

17 Haziran 2013 Pazartesi

"Kızım Büyürken"

Benim kısmetim bu aralar ergenlik çağı filmlerinden gidiyor. Kimisi iyi kimisi kötü olmakla birlikte iki evlat yetiştiren bir anne olarak kendime ders çıkartmaya çalışıyorum. İşte filmlerimizden biri daha.

2012 yapımı "Kızım Büyürken" (Girl In Progress) adlı filme bir bakalım. Grace, bekar bir annedir. Kazandığı üç beş kuruşla kızının ve kendisinin geçimini sağlamaya çalışan sıradan bir kadındır. Bir taraftan da evli bir doktorla yasak ilişki halindedir. Yani kızıyla ilgilenecek fazladan zamanı yada enerjisi yoktur. Grace'in kızı Anciedad ise ergenlik çağında genç bir kızdır. Anciedad, annesinin ilgisizliğinden sıkılmış ve kendini ergenlik hikayeleri anlatan kitaplara vermiştir. Ancak bu hikayelere kendini fazlasıyla kaptıran Anciedad, kafasında kendi ergenlik hikayesini oluşturur ve onu yaşamak için yaptığı plana start verir.

Filmde ilgisiz anneyi Eva Mendes oynuyor. Kızı Anciedad'ı ise Cierra Ramirez.

Film bir gençlik filmi için oldukça komik başlayıp komik devam ediyor. Ama yarı yolda trajedik ve dramatik bir hal alıyor. Tavsiye edebileceğim bir film değil. Hatta biraz naif de diyebiliriz. Ama yine de siz bilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

16 Haziran 2013 Pazar

Hansel ve Gretel: Cadı Avcıları...

Bundan 4-5 ay önce Digitürk'ün yaptığı bir yarışmaya katılmıştım. "Hansel ve Gretel'in sonu sizce nasıl bitmeli?" diye başlatılan bir reklam kampanyası. Yarışmaya katıldım ve filmin galasına iki kişilik bilet kazandım. Ama gala İstanbul'da gerçekleştiğinden dolayı oralara kadar gidip izlemek nasip olmadı. Ama tabi o gün bugündür merak ediyorum, filme nasıl bir son yazmışlar diye.

Nihayet bugün filmi izlemek nasip oldu da kendi alternatif sonumla kıyaslayabildim. Sonuç: Fiyasko. Benim yazdığım sonla uzaktan yakından alakası yok. Ama filmin o bildiğimiz masal örgüsüyle de uzaktan yakından alakası yok. Yok tövbe, düzelteyim. Uzaktan alakası var. Ama çok uzaktan. Gelin filmimize bir bakalım.

2013 yapımı "Hansel ve Gretel: Cadı Avcıları" (Hansel and Gretel: Witch Hunters) adlı film bildik bir hikayeyle başlıyor. Hikayeye göre Hansel ve Grettel adlı iki küçük kardeş bir gece ansızın babaları tarafından apar topar ormana götürülürler ve ormanda terkedilirler. Geri dönemediklerinden dolayı ormanın derinliklerine ilerleyerek şekerden yapılmış bir eve ulaşırlar. Karnı aç olan iki kardeş hemen hemen evin parçalarından yemeğe başlarlar. Bu sırada kapı açılır ve içeriden korkunç bir cadı çıkarak iki kardeşi tutsak eder. Neye uğradıklarını şaşıran kardeşler kaçmanın bir yolunu ararken (işte buradan itibaren masal farklılaşıyor.) cadı Gretel'e doğru büyü fırlatır. Ancak büyü Gretel'e işlemez ve Gretel cadıyı bıçaklayarak öldürür. O günden itibaren Gretel ve Hansel kendilerine büyünün işlemediğini farketmiş olurlar ve para ödülü karşılığı çalışan birer cadı avcısına dönüşürler. İkili, işlerinde oldukça iyidirler ancak son geldikleri kasabada hiç de ummadıkları olaylarla karşılaşacaklardır.

Filmde Hansel'i Jeremy Renner canlandırırken Gretel'i ise Gemma Arterton oynuyor. Bu arada filmin senaristi ve yönetmeninden çok yapımcısının daha çok ilgimi çektiğini söylemek zorundayım. Zira yapımcı, öyle zannediyorum ki ezoterik olgulara kafayı takmış olan Will Ferrell. Beyefendi "İyi cadılar da vardır" olgusunu kafamıza yerleştirmek için olsa gerek daha önce cadılı madılı filmler çekmişti. Bilemeyeceğim, belki de bana öyle geldi.

Gelelim filmi beğenip beğenmediğime. Maalesef filmi beğenmedim. senaryo zayıf. Fikirler ve genel çatı güzel ama hikaye örgüsü ve diyaloglar basit. Filmin sonunu ise hiç güzel bağlayamamışlar. Ben sadece filmin başını beğendim. Devamı zayıf kaldı. (Zaten bu devirde fantastik film çekmek çok zor. Yüzüklerin Efendisi'nin, Avatar'ın, vb. bile eleştirildiği bir dönemde yaşıyoruz.)

Sonuç olarak ben filmi pek beğenmedim. O kadar merak ettim, hepsi boşa gitti. Yine de izlemek isterseniz, siz bilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

15 Haziran 2013 Cumartesi

"Onuncu Adam" Kim???

Şu 20. YY. Avrupa'sında yaşanan olaylar  -özellikle İkinci Dünya Savaşı ve Hitler İşgalleri-  o dönemi öyle bir kasıp kavurmuş ki konuyla ilgili her yıl 8-10 film çekiliyor. İşte onlardan biri daha.

1988 yapımı aynı adlı romandan uyarlanan "Onuncu Adam" (The Tenth Man). Naziler Avrupa'daki pek çok ülke gibi Fransa'yı da işgal ederler ve başkentteki binlerce kişiyi hapishaneye tıkarlar. İçeri tıktıklarından biri de kendi halinde yaşayan Parisli bir avukat olan Chavel'dir. Chavel kurşuna dizileceğini bilmektedir ancak ölmek istememektedir. Bu yüzden koğuşundaki bir gence anlaşma teklif eder. Anlaşmaya göre Michel adlı genç, Chavel'in yerine idam edilecek; Chavel'in çiftlik evi ve serveti Michel'in ablasına ve yaşlı annesine geçecektir. Ertesi gün Michel idam edilir ve Chavel hayatta kalmayı başarmış olur. Ancak genç bir adamın hayatına mal olan bu hayatta kalış, Chavel'i mutlu etmemiştir. 3 yıl boyunca vicdan azabı çeken Chavel, Nazi işgalinin sona ermesiyle hapisten çıkar ve tükenmiş halde eski evine geri döner. Amacı, rahmetli Michel'in ailesiyle tanışmaktır. Fakat onlarla karşılaştığında kimliğini itiraf edemez zira Michel'in ablasının Chavel'i öldürmeye and içmiş olduğunu görür.

Filmde Chavel'i Antony Hopkins canlandırıyor. Michel'in ablasını ise Kristin Scott Thomas.

Film, 1988 yapımı olduğundan dolayı şimdinin filmlerindeki o ihtişamdan çok uzak. Ama sade ve basit bir film. Sonu ise tahmin edilir gibi değil. Hem dramatik, hem komik. Yine de hayatta kalma içgüdüsünün ve intikam duygularının insanlara neler yaptırabileceğini anlatan orta hal üstü güzel bir film. Eski de olsa belki izlemek istersiniz.

Hayata İyi Seyirler...



14 Haziran 2013 Cuma

"Onüç" Bir Ergenlik Çağı Filmi...

10 yıllık öğretmenim ve 10 yıldır ergenlerin arasındayım. Okula geldiklerinde cici çocuk gibi gezen ergenlerin bir kaç ay içinde nasıl bir hızla bozulduklarına her yıl onlarca kez şahit oluyorum. Ergenlerdeki bu yozlaşmayı yaşanmış olayla anlatan ve konuyu etraflı bir şekilde inceleyen bir çekilmişti 2003'te. Size bu filmden bahsetmek isterim.

"Onüç" (Thirteen) : Tracey, henüz 13 yaşındadır. Anne ve babası uzun zaman önce ayrılmıştır. Babası çocuklarıyla pek ilgilenen biri değildir. Ancak kuaförlük yaparak çocuklarına bakmaya çalışan annesi sevgi dolu ve anlayışlı bir kadındır. Tracey'nin yatağının üstü hala peluş oyuncaklarla doludur ve kendisi gibi şirin olan bir kaç arkadaşıyla mutlu dostluklar kurmuştur. 7. sınıf öğrencisi olan Tracey derslerinde de son derece başarılıdır. Ancak o günlerde Tracey'nin okulda canını sıkan bazı gelişmeler olmuştur. Okulun havalı kızları Tracey'e sözlü tacizde bulunup, onun saçlarıyla, çoraplarıyla ve dış görünüşüyle dalga geçmeye başlamışlardır. Buna daha fazla katlanmak istemeyen Tracey derhal yatağındaki oyuncakları ve dolabındaki çorapları çöpe atar, gardırobunu daracık ve açık saçık kıyafetlerle doldurur. Böylece okulun en havalı kızlarından Evie'nin dikkatini çekmeyi başarır. Tracey'nin Evie ile tanışması ve yakınlaşması onun o korkunç düşüş hikayesinin başlangıcı olacaktır.

Film, ergenlik çağındaki gençlerin paraya, uyuşturucuya, cinselliğe, dış görünüşe, arkadaşlara, aileye, öğretmenlere, ödevlere, yalanlara, sistemlere ve düzene ne gözle baktıklarını epeyce iyi anlatan bir film. Masum çocukların bir anda nasıl birer canavara döndüklerini anlatan güzel bir film. Üstelik Tracey'yi canlandıran Evan Rachel Wood'a Oscar adaylığı da getirmiş. Filmin yönetmeni ise "Kız ve Kurt" ile "Twilight"ın da yönetmeni olan Catherine Hardwickie. (Zaten filmin imdb puanı da bu iki film kadar.)

Muhteşem bir film değil ama o yaşta çocuğunuz varsa, görmenizde yarar var. (Tabi +18 olduğundan yalnız izlemeniz gerekecek.)

Hayata İyi Seyirler...

Robert Downey Jr "Çılgın Aşık"la Karşınızda....

Şu Robert Downey Jr'ı keşfeden adam her kimse onu yürekten tebrik etmek istiyorum. Beyefendinin o en toy, o en "çikin" halini görüp de "bu adamdan büyük bir jön olur" demek her babayiğitin harcı değil. Pes diyorum, başka bir şey demiyorum.

Şimdi de buraya nereden geldik, onu anlatayım. Dün TV'de beyefendinin 1994 yapımı "Çılgın Aşık" (Only You) adlı romantik komedi türündeki filmine rast geldim. Size filmden bahsedeyim. Faith, 9 yaşındayken erkek kardeşiyle birlikte ruh çağırır ve -her genç kızın yapacağı gibi- gelecekte kiminle evleneceğini sorar. Cadı tahtasında çıkan isim "D-A-M-O-N  B-R-A-D-L-E-Y"dir. Romantik bir kişiliğe sahip olan Faith, 14 yıl boyunca Damon Bradley denen adamı bekler. Ancak Damon'ı bulamayacağını anlayınca kendisine evlenme teklif etmiş olan bir adamın teklifini kabul eder. Düğün hazırlıkları aşağı yukarı tamamdır, düğüne sadece 9 gün kalmıştır. Fakat hiç beklenmedik bir anda müstakbel eşine gelen bir telefonu yanıtlayan Faith, hayatının sürpriziyle karşılaşır. Zira arayan kişi Damon Bradley'dir.

Filmde Faith'i canlandıran isim Marisa Tomei. Damon Bradley ise tam bir muamma. Ama jönümüz Robert Downey Jr. Film, her romantik komedide olduğu gibi komedisiz komedi. Yani komik değil. Belki eğlenceli, ama o kadar. Tek güzel yanı; 5 dakikada bir bir sürprizle karşılaşıyorsunuz. Tabi bir de şimdinin o karizmatik Demir Adam'ının o haliyle başrol oynuyor olması.

Eski ve demode bir film. Yine de Robert Downey Jr. hayranıysanız belki izlemek istersiniz.

Hayata İyi Seyirler...