30 Mayıs 2013 Perşembe

"Genç Yetişkin" Olmak Nasıl Bir şey???

Bazı Amerikan filmlerinde insanların nasıl mutsuz ve buhranlı olduklarını gördükçe, film icabı mı yoksa çoğu Amerikalı gerçekten öyle mi diye düşünmeden edemiyorum.  İşte bana yine böyle hissettiren filmlerden biri daha.

2011 yapımı "Genç Yetişkin" (Young Adult) adlı filmimize bir bakalım. Mavis, başarılı fakat şöhrete kavuşamamış bir roman yazarıdır. Gençliğine güzelliğine rağmen evliliğinde mutluluğu bulamamış ve eşinden ayrılmıştır. Çoğu insanın yaptığı gibi o da kafasını boşaltmak için doğup büyüdüğü kasabaya geri döner. Asıl amacı ise ailesini görmekten çok, eski sevgilisi Buddy ile sıfırdan bir ilişkiye başlamak istemesidir. Kasabayı, hala yıllar önce bıraktığı gibi bulan Mavis'in Buddy'ye ulaşması hiç zor olmaz. Ancak Mavis hiç hesapta olmayan bir şeyle karşılaşır: Bu ddy artık evli ve iki çocuk sahibi bir babadır. Mavis bu duruma önce çok şaşırır. Fakat daha sonra hızla kendini toparlar ve kararını yeniden gözden geçirir. Karar şudur: Mavis'in kasabaya dönüş sebebi Buddy'dir. Mavis'in Buddy'den vazgeçmeye hiç niyeti yoktur ve şartlar ne olursa olsun Mavis amacına ulaşacaktır.

Filmde Mavis'i Charlize Theron canlandırıyor. Buddy'yi ise Patton Oswalt. Filmin reytingleri orta düzeyde. Zaten ağır aksak ve bunalım giden tuhaf bir film.

Ayrıca elbette ki hiç bir kültürün onaylayacağı türden değil. Hele Buddy'nin karısı için biçilen rol ultra fantastik. Medenilik falan tamam da bu kadar da değil. Öyle bir kadın olacağıma dağ adamı olmayı tercih ederim. Neyse ki eşim de bu durumun farkında:)))

Hayata İyi Seyirler...

"Çılgın Hırsız" Neyi Çalacak???

Bir şey çalacak olsanız ne çalarsınız? Aklınıza gelen en uçuk şey ne? Ev mi? Banka mı? Tarihi eser mi? Şimdi bahsedeceğim filmdeki komik kötü adam, kimsenin aklına gelmeyecek bir şeyi çalmaya kalkışıyor. Gelin filmimize bir bakalım.

2010 yapımı animasyonumuzun adı "Çılgın Hırsız" (Despicable Me). Gru, dünyanın en büyük hırsızı olmaya çalışan hırslı ve kötü kalpli bir adamdır. Bankadan çektiği kredilerle kendine küçük çaplı bir suç imparatorluğu kurmuş, ama yine de henüz kendini gerçekleştirememiştir. Ancak tüm dünyayı sarsan bir haber, Gru'yu da sarsmıştır. Zira Mısır Piramitleri çalınmıştır ve hırsızın kimliği belirsizdir. Bunu duyan hırsızımız, daha da hırslanır. Derhal ekibini toplayıp olağanüstü hal ilan eder ve yeni planını açıklar: Hedef, Ay'ı çalmaktır.

Film diğer tüm animasyonlar gibi çok güzel. Ama anlamadığım bir şekilde reytingleri diğer animasyonlardan daha yüksek. (Ama aslında diğer animasyonlardan pek de bir farkı yok.)

Filmi izleyin. Bir fark görürseniz bana da söyleyin.

Hayata İyi Seyirler...

P.S. Meraklısına duyurulur. 2013 Aralık ayında "Çılgın Hırsız 2" gösterime girecek. Doya doya izleyin. 

25 Mayıs 2013 Cumartesi

"Otel Transilvanya" Bir Vampir Çizgi Filmiiiiiii !!!

Bugün oğlumla üst üste beş kez izlediğim ve hiç sıkılmadığım bir animasyondan bahsetmek istiyorum size.

İşteee 2012 yapımı "Hotel Transylvania" (Otel Transilvanya). Dracula, karısını genç yaşta kaybetmiş ve bebek yaştaki kızıyla yapayalnız ortada kalmıştır. Biricik kızını insanların, canavarlara karşı takındıkları zalimce tutumdan korumak içinse devasa bir otel yaptırmış ve kızını orada büyütmüştür. Hem de kızını dış dünyadan tamamen ama tamamen uzak tutarak. 
Dracula'nın kızı Mavis artık genç bir kız olmuştur. Hem de tam 118 yaşında genç bir kız. Dracula, her yıl olduğu gibi o yıl da kızının doğum günü partisi için tüm eş, dost ve akrabaların katılacağı bir parti organize etmiştir. Ancak partiye çok sürpriz biri dahil olur. Johathan adlı genç bir insan. Dracula, otelin lobisindeki insanı görünce şok geçirir, ne yapacağını bilemez. Sonra türlü türlü yollarla onu otelden atmaya çalışır. John ise, başta o otelin bir canavar oteli olduğunu anlamaz. Anladığında ise geri dönmek için artık her şey çok geç olmuş olur.

Film çok güzel. Konusu basit ve anlaşılır. Esprileri ise çok ince ve zekice. Mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum. Pişman olmazsınız.

Hayata İyi Seyirler...

24 Mayıs 2013 Cuma

"Suç Çetesi" Mickey Cohen'i Nasıl Haklayacak???

Geçenlerde bir film izlemiştim ve sizinle paylaşmıştım “Los Angeles Sırları” adında. Hani şu Los Angeles'taki uyuşturucu mafyasının çökertilmesiyle ilgili bir filmdi. Mickey Cohen denen acımasız mafya babası ve çetesinin çökertilmesi sonucu yeni bir çetenin peydah etmesi ve bu çetenin liderinin hiç umulmadık biri çıkmasını anlatan bir filmdi. Hatta Russell Crowe, Kim Basenger falan oynuyordu.

İşte dün akşam şans eseri aynı konuyla ilgili bir film daha izledim. Bu kez Mickey Cohen'in hikayesi anlatılıyor. Yani şöyle düşünün. Kronolojik olarak bu filmi izlemeniz gerekiyor. Sonra Los Angeles Sırlarını.

Biz de şimdi 2013 yapımı “Suç Çetesi” (Gangster Squad) adlı filme bir bakalım. Mickey Cohen, tüm Los Angeles'ı saran en büyük çetenin lideridir. Acımasızlığı dillere destandır. Şehirde satın almadığı polis kalmamıştır. Mahkemelerdeki savcılar bile Mickey Cohen'e çalışmaktadır. O kadar ki adam kendi telefon hattını kurdurmuş, her işini Hiçbir engele takılmadan tıkır tıkır işletmeye başlamıştır.

Ta ki John O'Mara denen gözü kara polis şefine takılıncaya kadar. John, evli ve bir çocuk babası onurlu bir polistir ve Mickey Cohen'in işini bitirmeye kararlıdır. Ancak John'un karısı, kocasının içine düşeceği tehlikenin farkındadır. Bu yüzden, kocasının çalışacağı ekibi yüzlerce dosya inceleyerek bizzat kendisi seçer. Böylece Mickey Cohen denen canavarı ve onun çetesini çökertecek olan gelmiş geçmiş en uyumsuz ama en seçmece polis timi oluşmuş olur.
Film tam bir yıldızlar geçidi. Sean Penn'ler, Emma Stone'lar, Ryan Gosling'ler ve daha kimler kimler. Filmin yönetmeni Ruben Fleischer, aynı zamanda “Zombieland”ın da yönetmeni. Bu gerçek hikayeyi romana uyarlayan yazarımız ise Paul Lieberman.
Film güzel. Başları biraz ağır aksak gitse de devamında “Hay lanet olsun” hissine kapılacağınız bir çok sahne var. Daha da kötüsü, bu sahnelerin hepsinin aslında yaşanmış hikaye olması. Daha iyisi ise filmin mutlu sonla bitmesi.
İzleyin, bir şeyler öğrenin.
Hayata İyi Seyirler...

23 Mayıs 2013 Perşembe

"Hazine Avcısının Maceraları" Nasıl Başlayacak???

Gizemli definelerin, ışıltılı hazinelerin, ve daha da önemlisi ölümsüzlüğün sırrının ortaya çıkacağı bir yolculuğu kim istemez. Sinema severlere büyük keyif veren bu tür konular için yüzlerce film çekildi. Şimdi de animasyon çizgi filmi çevrilmiş. Üstelik küçük yaş grubunun (4 yaş grubu gibi) bile kolayca anlayacağı türden.

“Hazine Avcısının Maceraları” (Tad The Lost Explorer) adlı animasyonumuza bir bakalım. Ted, aslen bir inşaat işçisidir. Ama kendisi hayatı boyunca arkeolojik kazılara merak duymuş ve kepçesiyle kazdığı her karış toprakta gözü, arkeolojik buluntular aramıştır. Ted bir gün yine hafriyat yaparken eski bir cam şişe bulur ve onu ihtiyar Profesör Humbert'a götürür. Profesör şişeyi inceler, inceler ama ne yazık ki Ted'e güzel bir müjde veremez. Çünkü şişe, altı üstü bir kola şişesi çıkmıştır. Ted'in hayalleri yıkılır ama tam umutlarının tükendiği sırada sürpriz bir olay gelişir. Profesöre, yıllardır araştırmalarını yaptığı İnkalarla ilgili bir mektup gelir. Arkeologlar, profesörü göreve çağırmaktadır. Ancak talihsiz bir kaza sonucu profesör hastaneye kaldırılınca inşaat işçisi Ted kendini profesörmüş gibi tanıtıp, bu önemli göreve atılır. Ted için hayatının en büyük macerası işte böyle başlar.
Film şu meşhur animasyonlara nazaran biraz basit kalıyor. Örneğin oğlumla izlediğim çoğu animasyonda ben oğlumdan daha çok eğlenmişimdir. Ama bu filmde oğlum benden daha çok eğlendi. Çünkü filmin espirileri, diyalogları ve senaryosu çok zor değildi. Beni gülümseten sadece Birkaç ince espiri vardı, o kadar. Ama yine de kötü diyemem. Ne de olsa çocukların arkeolojiyle ilgili farkındalıklarını artırmak adına hoş bir film olarak kabul edilebilir.
İzleyin, izletin ve dinlenin, derim.
Hayata İyi Seyirler...

21 Mayıs 2013 Salı

"Ben Efsaneyim" Güzel Mi???

Bir dönem tüm aksiyon filmlerinin starı Will Smith'ti. Mesela Siyah Giyen Adamlar, Hancock, Ben Robot, Vahşi Vahşi Batı, Kurtuluş Günü, vb. gibi. Beyefendinin oynadığı tüm o filmler de 7.0 reytingin üzerindeydi. İşte onlardan biri.

2007 yapımı "Ben Efsaneyim" (I Am Legend)a bir bakalım. Amerika, bilim insanlarının TV'den duyurduğu haberle çalkalanmaktadır. Zira bilim insanları kanseri iyileştiren bir virüs bulduklarını açıklamışlardır. Ancak bu virüsle ilgili deneysel çalışmalar hiç de beklendiği gibi gitmemiş ve salgı hastalığa dönüşen virüs 3 yıl içinde tüm insanlığı yerle bir etmiştir. Geride (belki de) sadece bir kişi kalmıştır. Bilim adamı Robert (Will Smith). Robert, koskoca New York Şehrinde köpeğiyle birlikte hayatta kalabilen tek kişi olmuştur. Daha da kötüsü şehirde yalnız değildir. Çünkü Robert, salgın mutasyona uğramış yarı vampir yarı zombi kılıklı ucubelerle aynı şehirde sıkışıp kalmıştır.

Filmin yönetmeni, "Açlık Oyunları" gibi pek çok tanıdık filmin de yönetmeni olan Francis Lawrence. Senaristi ise Oldboy, Hücre, Poseidon ve Thor gibi uçuk filmlerin de senaristi olan Mark Protosevich.

Will Smith'i izlemek her zamanki gibi çok keyifli. Ama film, çıktığı dönemde, senaryodaki mantık hataları yüzünden çok eleştirilmişti. Mesela şehirde Robert'tan başka yaşayan yoktu ama şehirde ne elektrik ne de su kesilmişti. Diğer şeyler spoiler vereceğinden dolayı onları söylemesem daha iyi olur diye düşünüyorum.

Tavsiye etsem mi etmesem mi bilemedim. Siz bilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

19 Mayıs 2013 Pazar

"Adem'in Trenleri" Nereye Gider???

Nurgül Yeşilçay'ı ilk gördüğümüz yer çoğu insanın hatırlayacağı gibi "İkinci Bahar" dizisiydi. Şahsen ben hanımefendiyi bizim kampüste görmüştüm. O zaman öğrenmiştim aynı üniversitede okuduğumuzu. Çıtı pıtı bir kızdı. Salaş ve rahat bir tavrı vardı. Çok hoştu yani.

Sonra bir gün bir de baktım Cem Özer'le evleniyor. Hiç konduramamıştım, ama öyle alelacele evlenivermişlerdi. (Yanlış anlamayın, Cem Özer'i severim ben. Çocukluğumun komik adamı.) Aceleye gelmişti yani. Sanki film gerçek olmuştu. Hangi film mi?

2007 yapımı "Adem'in Trenleri" adlı drama filmi. Filmimize bir bakalım, ne dediğimi anlayacaksınız. Filmde Hasan Hoca ve Hacer, bir çocuklu evli bir çifttir. Trenle geldikleri köyde imam yoktur. O yüzden Hasan Hoca Mübarek Ramazan Ayı boyunca o köyde imamlık yapmaya soyunur. Ancak bu tuhaf çift köylünün dikkatini çeker. Zira Hasan Hoca orta yaşlı huysuz, suratsız ve hatta hart hurt bir adamken Hacer genç, güzel ama içe kapanık bir kadındır. Zamanla Hacer köylü kadınların arasına karışmaya ve samimiyet kurar. Ama Hasan Hoca köylüyle kaynaşmamayı ve gece gündüz ibadet etmeyi tercih eder. Köy halkı bu tuhaf çiftin gizemini çözmeye çalışırken çok dramatik bir gerçek gün yüzüne çıkar. Artık Hacer ve Hasan Hoca için çok büyük bir imtihan başlar ve köy halkı da bu sınava ortak olacaktır.

Filmi daha önce izlemiş ve sonunu biliyor olmama rağmen bir kez daha izledim ve yine çok etkilendim. Çok acı, çok üzücü bir hikaye. Pek romantik biri değilimdir ama kalpsiz de değilim tabi ki.

Filmi izlerseniz Nurgül'le Cem'in hikayesinin Hacer ve Hasan Hoca'nınkine ne kadar çok benzediğini anlayacaksınız. İzleyin, ağlayın.

Hayata İyi Seyirler...

"Parker" 200.000 Dolar'ını Alabilecek Mi???

Jason Statham, "iyi kalpli kötü adam" rolünü oynadığı filmlere bir tane daha eklemiş. (Biliyorsunuz ki beyefendi Transporter'da da, Killer Elite'te de, The Expandables'ta da, Crank'te de, 13'te de, Snatch'te de, vb. aynı rolü oynamıştı:)))

2013 yapımı Parker'a bir bakalım. Parker (Jason Statham), beş kişilik bir çeteyle büyük bir soygun planlar ve uygulamaya koyar. Soygun, plandaki bazı sorunlara rağmen başarıyla tamamlanır. Ancak çetenin lideri Parker'a düşen payı vermek istemez ve yarı yolda Parker'ı vurup şarampole yuvarlar. Oradan geçmekte olan köylü bir aile Parker'ın durumunu farkeder ve yaralı adamı hastaneye kaldırır. Böylece Parker hayatta kalmayı başarır. Şimdi işler değişmiştir. Zira Parker, prensip sahibi bir adamdır ve parasını o hıyarlara bırakacak değildir. Parker, çetenin sıradaki planını bilmektedir. Çete, Florida West Palm Beach'teki en zengin ailenin mücevherlerini çalacaktır. Parker derhal bir plan yapar ve kimlik değiştirerek adamların peşine düşer. Ona bu konuda yardım edecek en önemli kişi ise tesadüfen tanışmış olduğu umutsuz emlakçı kadın Leslie (Jennifer Lopez) olacaktır.

Film aslen bir roman uyarlaması. Aynı zamanda tam bir Statham klasiği. (Sadece diğerlerinden bir tık daha kalitesiz). Beyefendiyi ve filmlerini seviyorsanız, bunu da beğenirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

18 Mayıs 2013 Cumartesi

"Külkedisi Adam" Tekrar Yükselecek Mi???

Russell Crowe şanslı bir adam. Tipi o kadar joker bir tip ki her role oluyor. İyi adam, kötü adam, masum adam, mazlum adam, komik adam, yaşlı adam, genç adam, köylü adam, janti adam... Beyefendinin oyunculuğu da buna eklenince iyi filmlerin başrollerini kapması kaçınılmaz oluyor. İşte o tür filmlerden biri daha.

Gerçek hayat öyküsünden uyarlama 2005 yapımı Cinderella Man'e bir bakalım. Amerika 4 yıldır Büyük Buhran'ın pençesinde kıvranmaktadır. Ekonomik kriz milyonlarca insan işsiz, evsiz ve aç bırakmıştır. Evli ve 3 çocuk babası Jim Braddock da bunlardan biridir. Braddock profesyonel bir boksördür. 150 maçlık kariyeri boyunca hiç nakavt olmamıştır. Ancak artık bokstan para kazanamamaya başlamıştır. Üstelik uçan kuşa borcu vardır. Bu yüzden menajerinin ayarladığı son maça kırık kolla çıkma riskini bile göze alır. Braddock, maça kırar. Ancak maç esnasında kolu bir kez daha kırılır.  Ama maçın keyifsiz ve sıradan geçtiği ise çok açıktır. Bu yüzden patronlar Braddock'un lisansını iptal ederler. Lisansı iptal edilmiş, kolu kırılmış, işsiz, borçlu ve üç çocuklu bir baba olarak ortada kalmıştır. Braddock dibe vurduğunu hisseder. Tam bundan daha beterinin olamayacağını düşünürken çocuklarının teyzelerinin evine gönderildiğini öğrenir. İşte Braddock asıl şimdi dibe vurmuştur. Ancak bu dibe vuruş, Braddock'un hayatının son dibe vuruşu olacaktır.

Filmde tahmin edeceğiniz üzere Braddock'u Russell Crowe canlandırıyor. Braddock'un eşini ise Renee Zellweger. Braddock'un menajerini canlandıran Paul Giamatti ise hayatının rolünü oynamış. Filmin yönetmeni Ron Howard aynı zamanda "Da Vinci Şifresi" ve "Akıl Oyunları"nın da yönetmeni.

Filmin reytingleri çok yüksek. Yaşanmış bir hikaye olduğundan dolayı da çok iyi bir örnek. Jim Braddock karakteri örnek bir baba, örnek bir eş, örnek bir vatandaş, örnek bir sporcu ve örnek bir arkadaş.

Boks filmlerini seviyorsanız, bunu da mutlaka ama mutlaka izleyin. Tabi Büyük Buhran'la (Great Depression) ilgili biraz bilgi edinmeyi de unutmayın.

Hayata İyi Seyirler...

17 Mayıs 2013 Cuma

"Hurt Locker"la İlgili Fikirlerinizi Netleştirelim Mi???

Oscar'ları alt üst eden bir filmden bahsetmek istiyorum size. Beklenmedik şekilde En İyi Film dahil pek çok dalda Oscar'a aday olan ve hepsini toplayan bir film. Üstelik de Avatar'ın da aday olduğu sene. Hangi filmden bahsettiğimi anlamışsınızdır herhalde. 2008 yapımı “Hurt Locker” (Ölümcül Tuzak).

Ancak şöyle bir şey de var. Film pek çok özelliği sayesinde tam bir festival filmi tadında seyrediyor. Örneğin çok durağan. Bol bol psikolojik analiz var. Az sayıda oyuncu uzun uzun incelenmiş. Bir de sonunda ideolojik mesajlar veriliyor. O yüzden festival filmi diyorum. Üstelik tüm festivallerin ödüllerini toplamayı hak eder. Ama Oscar ödüllerinden şüpheliyim. Gerçi şöyle bir söylenti var: Amerika, savaş, Irak, terörist, gibi bazı temaların işlendiği filmler mutlaka Oscar alır falan diye. Ama bilemiyorum tabi.
Filmin bir faydası şu oldu: Jeremy Renner'ı starlaştırdı. Beyefendi biraz geç de olsa şöhreti bu filmle yakaladı. Gerçi benim gözümde Eminem'in Dido'yla düet yaptığı “Stan” klibinde yıldızlaşmıştı bile ama neyse.

Gelelim filmin kısa özetine. O sene ben henüz filmi izlememiştim ve bir arkadaşıma filmle ilgili fikrini sordum. O da bana söyle demişti: “Ya kardeşim, film çok kötü. Bir grup adam var. Irak'a savaşa gitmişler. Bomba imha ediyorlar. Biraz daha gidip bir bomba daha imha ediyorlar. Biraz daha gidip bir tane daha imha ediyorlar. Sonra film bitiyor.” Arkadaşımın bu ultra süper özetinden sonra filmi yeniden özetleme ihtiyacı duymuyorum. Çünkü gerçekten öyle. Bunun yanında filmin son 10 dakikasında anlaşılıyor ki senaryo o kadar da sığ değil. Ama en iyi film olacak kadar güçlü de değil.
Tavsiye edebileceğim bir film değil. Hadi artık, bitsin denecek kadar da sıkıcı. Ben tavsiye edemeyeceğim, ama siz bilirsiniz.
Hayata İyi Seyirler...

16 Mayıs 2013 Perşembe

"Mega Zeka" Kötü Adam Mı, Süper Kahraman Mı???

Ben animasyon demeyi sevmiyorum. İlle de çizgi film, ille de çizgi film. Ve işte oğluma izletmek için açtığım ama kendim daha çok izlediğim bir çizgi film. "Mega Zeka" (Mega Mind)

2010 yapımı filme bir bakalım. İki küçük uzaylı bebek, yaşadıkları galaksilerin patlaması üzerine Dünya'mıza gelmek zorunda kalırlar. Bebeklerin ikisi de süper güçlere sahiptir. Ancak bunlardan biri zamanla kendini insanlığa adayıp süper kahraman Metroman olur. Diğeri ise yaşadığı acı tecrübeler yüzünden süper kötü adam olmaya karar verir ve Mega Zeka adını alır. Bu ikisi hayat boyu birbirlerini yok etmeye çalışırlar ancak ikisi de başarılı olamazlar. Ta ki o güne kadar. O gün, Mega Zeka hayatının planını harekete geçirir ve nihayet Metroman'i alt eder. Metrokent artık Mega Zeka'dan sorulacaktır. Mega Zeka, elini kolunu sallaya sallaya kötülüklerini yapmaya başlar. Çünkü ona dur diyebilecek kimse yoktur. Ancak Mega Zeka hayatı boyunca savaşmak zorunda kaldığı Metroman'in yokluğuna alışamaz. Gözleri hep onu durduracak bir süper kahraman arar. Fakat böyle bir süper kahramanın var olmadığını da çok iyi bilmektedir. Bu yüzden aklına gelen en parlak fikri uygulama kararı alır. Yeni bir süper kahraman yaratmak. Peki acaba işler Mega Zeka'nın planladığı gibi gidebilecek midir?


İzleyin, görün. Yani izleyin, görün derken laf olsun diye değil. Mutlaka izleyin görün. Çünkü film çok güzel. Filmin orijinalinde Mega Zeka'yı Will Ferrell seslendiriyor. Metroman'i ise sürpriz bir isim: Brad Pitt. Üstelik bizim yerli seslendirmeler de çok iyi. Filmin müzikleri ise ayrı bir olay. Ozzy Ozbourne'lar Michael Jackson'lar havada uçuşuyor.

Kısacası, izleyin, görün, gülün, eğlenin. Beğeneceğinize eminim.

Hayata İyi Seyirler...



"Kung Fu Hustle" İzleyen Var Mı???

Reytingleri çok yüksek olan ve benim daha dün keşfedip izlediğim bir filmden bahsetmek istiyorum sizlere. Bugüne kadar nasıl gözden kaçırdım, bilmiyorum. Ama keşke daha önce izleseymişim. O kadar çok güldüm, o kadar çok eğlendim ki anlatamam. Çok fantastik ve çok komikti. Çin filmlerinin fantastik olmasına alışık değiliz ama bu fantastik. Hem de ne fantastik :)))

2004 yapımı "Kung Fu Hustle" adlı filme bir bakalım. Olay 1940'larda Çin'de geçmektedir. Mafya her yeri sarmıştır. Üstelik çeteler o kadar güçlenmiştir ki öldürdükleri adamların cesetlerini bile polislere temizletecek kadar yüzsüzleşmişlerdir. En güçlüleri de Balta Çetesi denen azılı katillerden oluşan bir çetedir. Neyse ki çeteler fakir mahallelere girmeye tenezzül etmemektedirler ve bu sayede fakir mahallelerde huzur vardır. Şangay'daki bir mahallesini de bunlardan biridir. Ancak kendilerini Balta Çetesi üyesi olarak tanıtan Sing ve arkadaşı bu mahallenin huzurunu feci derecede bozar. Bu mahallenin varlığını fark eden Balta Çetesi, artık gözünü bu mahalleye de dikecektir. Mahalleli ise varını yokunu ortaya koyup, çeteyi püskürtmeye çalışacaktır. 
Filmin ne kadar uçuk olduğunu size anlatmamın imkanı yok. Bir "Maske" kadar yada bir "Yedek Polisler" kadar uçuk ve komik yani, o derece. Şahane. Mutlaka izleyin derim.
Hayata İyi Seyirler...

"Iron Man 3'"ü Nasıl Buldum???

Iron Man 3'le ilgili ilk yazımı daha filmin çıkacağını duyar duymaz yazmıştım. Yani aylar önce. Yazıyı okuyanlar bilirler. O zamanlar almış olduğum tüyolara göre Ironman'in bu kez en büyük düşmanlarından Mandarin'le savaşacağını ve Mandarin'in Ironman'i bitireceğini yazmıştım. Filmi izleyince ise yapımcıların (yada pazarlamacıların, bilemiyorum) ters köşe yaptıklarını anladım. Elbetteki bu konuyla ilgili başka spoiler vermeyeceğim. Ama size filmden bahsetmek isterim.

Halen gösterimde olan 2013 yapımı "Iron Man 3"e bir bakalım. Pepper artık Tony Stark'ın evine taşınmış ve ikisi birlikte yaşamaya başlamışlardır. Ancak bu birliktelikte bazı sorunlar vardır. Çünkü "Avengers" olarak Loki'ye ve onun uzaylı ordusuna karşı verilen savaştan beri (Avengers filminde Iron Man nükleer bombayı uzay geçidine yerleştirerek kahraman olmuştu, tabi ölümden dönerek.) Stark panik atak hastası olmuştur. Stark geceleri uyuyamamakta ve gece gündüz daha güçlü bir zırh üretmeye çalışmaktadır. Bu da yetmiyormuş gibi, o sıralarda çok kanlı eylemler yapan terörist lideri Mandarin'i TV kanallarından tehdit etmek gibi bir gaflette bulunur. Mesajı alan Mandarin, Stark'ın malikanesine adeta bir ordu gönderir ve orayı (ve tabi zırhları) yerle bir eder. Stark ve Pepper canlarını zor kurtarırlar. Ancak Stark'ın giydiği zırh, Stark'ı evinden çok uzak bir yere fırlatır. Böylece Stark, yarım yamalak zırhıyla, Mandarin'in tehditiyle ve panik atak hastalığıyla evinden çok uzakta kalakalır.

Film elbetteki tam bir görsel şölen. Sonuçta Hollywood, "ne kadar çok ihtişam, o kadar çok seyirci"anlayışını çoktan kaptı. Ama senaryoda çok önemli eksiklikler var. Kötü adamın yeterince işlenememesi gibi. Stark Binasındaki zırhlara ne olduğu gibi. Ve şu an size söyleyemeyeceğim bir kaç boşluk daha. Ha tabi bir de Mandarin'in aslında Çinli olması ama filmde Orta Asyalı bir terörist olarak yansıtılması var. Neden mi? Bence bunun en önemli sebebi Amerikan halkının Çinli bir teröristten değil Pakistanlı yada Afganistanlı bir teröristten daha fazla etkilenecek olması.

İlk ikisi kadar beğenmesem de güzel film. Ama "üçünden birini izleyeceksin, seç bakalım" deseler, bunu seçmezdim. En az bir kere izleyin, sonra dediğimi anlayacaksınız.

Hayata İyi Seyirler...

12 Mayıs 2013 Pazar

"John Q" Çocuğunu Kurtarabilecek Mi???

Ailemde çok doktor var. Doğal olarak yakın çevremde de. Bu yüzden sağlık sektörünün sorunlarını ve insanların yaşadığı sıkıntıları çok iyi bilirim. Hem hizmet veren açısından, hem de hizmet alan açısından. Dünyadaki milyarlarca insanın sağlık sektörüyle de ilgili sorunları da aşağı yukarı aynı olduğundan dolayı 2002 yılında bu konuya parmak basan bir film çekilmiş.

Denzel Washington'ın başrolünü oynadığı "John Q" adlı filme bir bakalım. John Quinsy ve karısı Denise çiftinin oğlu küçük Mike, beyzbol maçı esnasında baygınlık geçirir. Yapılan tetkiklerde küçük Mike'ın kalbinin zayıf olduğu ve hatta acilen kalp nakli yapılmazsa öleceği ortaya çıkmıştır. Bunun bedeli ise 250.000 Dolar'dır. Bu miktar bu aile için fazlasıyla yüksek bir meblağdır. John ve Denise çifti hemen sigorta şirketine başvururlar. Ancak sigorta şirketi bin dereden su getirir. Çift, hızla eşyalarını satar ama paranın %30'unu bile bulamaz. John, TV'de hayır toplayan habercilerle görüşür ama haberciler yan çizer. John bir türlü bir çıkış yolu bulamaz. İyice köşeye sıkışan zavallı baba, son bir çareye başvurur. Hastanenin acil servisini rehin alır. Tek amacı oğluna yardım etmektir.

Drama türündeki filmin yönetmeni Nick Cassavetes "The Notebook" (Not Defteri) filminde de imzası bulunan eğlenceli bir yönetmen.

Filmin bir anından bile sıkılmadım. (Ama konunun çetrefilli olması sebebiyle sıkıntı basmadı da değil.) Her an değişen, sanki skeçlerin toplamından oluşan bir film gibi. Konuya, konuyla ilgili tüm paydaşların gözünden bakılmış. Bazen komik, bazen dramatik. Diyaloglar bana çok tanıdık geldi. Çünkü başta da söylediğim gibi ailemde çok doktor var. Ama iki çocuk annesi biri olarak Allah'a tekrar tekrar dua ettim, beni evlatlarımla sınamaması için.  

Filmi izleyin, ama sakın örnek almaya kalkmayın.

Hayata İyi Seyirler...

11 Mayıs 2013 Cumartesi

"Kutsal Savaşçı" Düşman Vampirleri Alt Edebilir mi???

Öğrencilerimin ısrarı üzerine yeniden izlemek zorunda kaldığım ama izlemekten memnun kalmadığım bir filmden bahsedeyim size. "Rahipler Vampirlere karşı" temalı değişik bir film.

2011 yapımı "Kutsal Savaşçı" (Priest) adlı filme bir bakalım. Hikayeye göre yıllar önce dünya, vampirlerin istilasına uğramıştır. İnsanlık, var gücüyle vampirlere savaş açmış ve nihayet muvaffak olmuştur. Peki kimin sayesinde mi? Bu iş için özel olarak yetiştirilen "Ninja Rahipler" sayesinde. Ninja Rahipler, vampirlerin köküne adeta kibrit suyu dökmüştür. İnsanlık artık huzura ermiş ve vampir tehdidinden uzak huzurlu bir hayat sürmektedir. Ancak yıllar sonra ülkenin batısından "vampirler hortladı" diye bir haber gelir. Kilise, bunun boş bir tehdit olduğunu düşünür, o yüzden harekete geçmeme kararı alır. Ancak "Rahip" aforoz edilme riskini göze alarak kiliseye karşı gelir ve harekete geçer. 

Filmde Rahip rolünü Paul Bettany oynuyor. (Zaten bu tür roller bu adamın üstüne yapışmış gibi duruyor. Takım elbiseyle görsek adamı tanıyamayacağız neredeyse. Zaten "The Tourist" filmindeki rolünü de kendine hiç yakıştıramamıştım.) Kötü adam "Black Hat" karakterini ise Karl Urban oynuyor. (Şu yeni Judge Dredd'imiz.)

Film bir roman uyarlaması. Ama nedense biraz zayıf bir film. Sonucu da kolay ön görülen bir film. Aklınıza gelen bir kaç senaryodan biri doğru çıkıyor.

Ama gece yarısından sonra arkadaşlarla izlenebilecek düzeyde bir film. Hani şu korku filmi izleyip sonra da uyamayanlar için. Yine de illa ki izleyeceğiz derseniz, siz bilirsiniz.

Hayata İyi Seyirler...

9 Mayıs 2013 Perşembe

"Yedek Polisler" Kimin Yedeği???


Geçen sene izlediğim bir film vardı. Aksiyon komedi türünde. İzlerken çok eğlenmiştim ama sonra unuttum gitti (Sanırım bana kattığı ya da kazandırdığı pek bir şey yoktu, o yüzden.). Sonra duydum ki bu film bu akşam TV'de yayınlanacakmış. Hadi hemen yazayım dedim.

2010 yapımı “Yedek Polisler” (The Other Guys) filmine bir bakalım. Terry (Mark Wahlberg), halinden hiç memnun olmayan bir polistir. Çünkü kendisi son görevinde çuvalladığı için amirleri tarafından ofis görevine çekilmiştir. Bu sebeple de diğer polislerin kendisiyle dalga geçmelerini durduramamaktadır. Gamble (Will Ferrell) da masa başı görev yapmakta olan bir polistir ama halinden hiç şikayetçi değildir. Çünkü kendisiyle barışık ve hırsları olmayan bir mizaca sahiptir. Bu sebeple diğer polislerin sözlü sataşmaları onu rahatsız etmemektedir. Bu durum Terry'yi daha da deliye döndürür. Amirlere yeniden kendini kanıtlamak zorunda olduğunu hisseden Terry, Gmble'ı da kendine ortak ederek gizlice zor bir saha işine soyunur. Ancak tamamen zıt kişiliklere sahip bu ikilinin saman altından su yürütme operasyonu hiç de beklendiği gibi gelişmeyecektir.

Filmde Samuel L. Jackson, Dwayne Johnson ve Michael Keaton'ın da oynadığını söylesek iyi olur.

Film komik. Hem de bayaaa komik. Kişilikler çok güzel örülmüş. O yüzden durum komedisi demek belki de daha doğru. Özellikle .... karakterine ve ona biçilen cazibeye bayıldım.

İyisi mi siz de benim gibi yapın. İzleyin, gülün, eğlenin ve sonra da unutun gitsin :)))

Hayata İyi Seyirler...

7 Mayıs 2013 Salı

"Köstebek" Deşifre Olacak Mı???

Şu Al Pacino'ya gangsterlik rolü yapışmış olsa gerek. Adam sanki İtalyan Mafyası'nın Hollywood'a soktuğu muhbirmiş gibi duruyor. Yanlış anlamayın, eleştirmek için söylemiyorum. Bayıldığım için söylüyorum. Yine öyle bir film yapmış ki birazdan hepimizi temizleyecek zannedersiniz.

1997 yapımı "Köstebek" (Donnie Brasco) adlı filme bir bakalım. Joe (Johnny Depp), Donnie Brasco kod adıyla mafyanın arasına sızmakla görevlendirilmiş bir FBI Ajanıdır. Donnie, değerli taş kaçakçısı rolünü oynayarak ilk avı Lefty'yi (Al Pacino) tavlar. Lefty, Donnie'den hoşlanır ve ilk gangsterler toplantısında Donnie'yi arkadaşı olarak tanıtır. Donnie artık Lefty'nin kanatları altındadır. Donnie, işini mükemmel yapmaktadır. Bir taraftan yöneticilere düzenli olarak haber sızdırırken diğer taraftan mafya içerisindeki yerini sağlamlaştırmaktadır. Ancak hesapta olmayan bir şey gelişir. Geçen günler Donnie'nin de Lefty'ye bağlanmasına sebep olmaktadır. Zira mafyanın pis işlerine 30 yılını vermiş ve yine de bir kesere kulp olamamış Lefty'nin acıklı öyküsü, Donnie'nin de FBI için canla başla çalışıp 30 sene sonra eline hiç bir şeyin geçmeyeceğini fark etmesini sağlayacaktır.

Filmde Donnie Brasco'yu oynayan Johhny Depp de, doğuştan gangster Al Pacino da muhteşemler. Filmin gerçek hikayeden alıntı olduğunu ve aynı zamanda bir roman uyarlaması olduğunu söylemekte yarar var. Hele filmin yönetmeni Mike Newell'in sayısız muhteşem filmin yönetmeni oladuğunu da belirtmek isterim. Mesela "Pers Prensi", "Harry Potter ve Ateş Kadehi", "Mona Lisa Gülüşü" ve "Dört Nikah Bir Cenaze" gibi. Zaten film gösterime girdiği sene En İyi Uyarlama Senaryo Oscar'ında yarışmış.

Film çok iyi. Reytingleri de çok yüksek. Mutlaka izleyin derim.

Hayata İyi Seyirler...

P.S. Filmin soundtrack'lerinden biri bizim Acun Ilıcalı'nın yıllardır sunduğu Survivor'ın konsey müziği. Dikkat etmenizi tavsiye ederim...

3 Mayıs 2013 Cuma

"Zor Baba" Serisine Ne Dersiniz???

İki kişi evlenirken sadece o kişi mi evlenir, yoksa aileleri de evlenir, hep tartışılan bir konudur. Pek çok kişinin sorunu olan bu konu ve devamındaki olaylarla ilgili Hollywood'da tam 3 film çekildi. Gelin, filmlerimize bir bakalım.

  1. ZOR BABA (MEET THE PARENTS, 2000)
Greg (Ben Stiller), kız arkadaşı Pam'le ciddi bir ilişkiye başlamadan önce kız arkadaşının ailesinden onay almak zorundadır. Ama ortada büyük bir sorun vardır. Ne de olsa kızın babası Jack (Robert De Niro) şüpheci ve zor bir emekli askerdir. Jack, şüphelerinde hiç de haksız değildir çünkü damat adayı hem yahudi, hem de hemşiredir. Sonuç olarak bu ikilinin tanışması tam bir psikolojik savaşa dönüşür.

2. ZOR BABA VE DÜNÜR (MEET THE FOCKERS, 2004)

Greg ve kız arkadaşı Pam nihayet evlenme kararı alırlar. Artık ailelerin tanıştırılma zamanı gelmiştir. Pam ve ailesi Birkaç günlüğüne Greg'in ailesine misafir olacaktır. Ancak Greg'in ailesinin alt tabaka davranışları ve en mahrem konuların bile ulu orta konuşulması zor baba kayınpederin bu evliliğe onay vermesini biraz daha zorlaştıracaktır. (Bu arada Greg'in babasını oynayan Dustin Hoffman ve annesini canlandıran Barbra Streisand çok çok başarılılar.)

  1. ZOR BABA 3 (LITTLE FOCKERS, 2010)
10 yıl süren zorlu bir uğraştan sonra greg nihayet kayınpederinin gözüne girebilmiştir. Ancak asıl işi hemşirelik olan Greg paraya sıkışmıştır ve kendine geceleri da para kazanacağı bir iş daha bulur. Bu durum, kayınpederin kalbindeki şüpheci hisleri yeniden uyandırır. Hele bir de ikizleri doğum günü partisi için tüm aileler bira araya gelince, ve hele bir de Pam'in eski sevgilisi de partiye katılınca, Greg evin reisin kim olduğunu bir kez daha kanıtlamak zorunda kalır.

Filmlerin üçü de fena değil. Üçüncü biraz zorlama olmuş ama o da fena değil. Oyuncular bu kadar kaliteli olmasa hiç izlenmezdi, onu da belirtmekte yarar var.

Bu üç film bize gerçekten de evliliğin iki kişi arasında yapılmadığını anlatıyor. Şahsen ben de öyle düşünüyorum. Ama yine de bekarları korkutmayalım. Evlilik güzel şey. Evlenin, görün.

Bir dakika, karıştırdım. İzleyin, görün.

Hayata İyi Seyirler.

"Buz Devri: Dinozorların Şafağı"nı Özlediniz Mi???

Arkadaşlarla sohbet etmenin pek çok güzel yanı var ve dün bunlardan bir tanesine daha tanık oldum. Ne mi? Çok önceden bildiğin bir şeyi hatırlamak gibi. Eşim ve ben Buz Devri 3'ü sinemada izlemiştik. Oğluma Buz Devri 1 ve 2'yi defalarca izlettim. Ama 3'ü izletmek aklıma bile gelmemişti. İşte dün onu hatırladım ve akşam olunca hemen filmi bulup oğluma izlettim. E tabi kendim de izledim:)))

2009 yapımı “Buz Devri: Dinazorların Şafağı” (Ice Age: Dawn of the Dinosaurs)'a bir bakalım. Ellie, hamiledir. Mamut ailesine yeni bir üye daha katılacağı için tüm sürü heyecanlıdır. Ancak Manny herkesten daha heyecanlı ve endişelidir. Zira kendisi çekirdek aile kurmak istemektedir. Kendilerini dışlanmış hisseden Dieo ve Sid, sürüyü terkederler. Sid kendine yeni bir sürü kurmaya karar verir. Ne yapacağını düşünürken hiç ummadığı anda üç tane kocaman yumurta bulur ve yumurtalardan çıkacak canlıların annesi olmaya karar verir. Peki yumurtalardan ne mi çıkar? Dinozor. Sid tam da kendini onlara adamışken dinozorların gerçek annesi onları bulur ve Sid'den almaya çalışır. Sid yavrularını vermemek için inat edince ise Anne Dinozor Sid'i de alır ve kendi dünyasına tutsak eder. Onu oradan kurtaracak olanlar ise yine eski sürüsü olacaktır.

Şahsen “yer altında başka bir dünya” fikrini çok beğendim. Hele o dünyanın bir parçası haline gelmiş tek gözlü cesur gelincik “Bug”, dört filmdeki en favori karakterim.

Sid'in cinsel kimliği ile ilgili ise bariz bir sıkıntı var. Bir çocuk filmine böyle bir durumu hiç yakıştıramadığımı söylemek zorundayım.

Ama film çok güzel. Mutlaka izleyin.

Hayata İyi Seyirler...

"Seçkin Tetikçiler"in Hedefi Kim???

Jason Statham'ın bir filmi var. Neden bilmem, Birkaç kez izledikten sonra anlayabildim. Belki konunun kendi karışıklığından, belki senaryonun karışıklığından ve belki de yönetmenin tarzından kaynaklanan bir zorluğu var filmin.

Hangi filmden mi bahsediyorum. 2011 yapımı “Seçkin Tetikçiler” (Killer Elite)'ten bahsediyorum. Filmimize bir bakalım. Danny (Jason Statham) nihayet emekliliği hak etmiş bir İngiliz Gizli Servisi komandosudur. Tam artık hayatının kadınıyla kendine güzel bir emeklilik planlarken, hocası Hunter'ın (Robert De Niro) Umman Emiri tarafından esir alındığını öğrenir. Danny, bu duruma kayıtsız kalamaz ve hemen ekibi toplayıp kurtarma operasyonunu başlatır. Ancak hiç beklenmedik bir durum gelişir ve peşlerine en az onlar kadar seçkin bir tetikçi olan Spike (Clive Owen) diye biri takılır. Ekip neye uğradığını şaşırır. Danny ve ekibi avcıyken bir anda ava dönüşürler. Hunter'ın kaçırılması ve Spike'ın kimliği ile ilgili gerçekler çok sonra anlaşılacaktır.

Film gerçek bir hikayeden alınarak yazılmış “The Feather Men” adlı kitaptan filme uyarlanmış. Kitabın yazarı ise Ranulph Fiennes.

Filmin Birkaç defada ancak anlaşılabildiğini söylemiştik. Reytingleri düşük ama film fena değil. Orijinal dilinde izlemek biraz zorluyor, onu da belirtelim. Bu arada ihtiyar Robert De Niro'nun eline makinalı tüfeğin yakışmadığını söylemek zorundayım.

Vaktiniz varsa izleyin.

Hayata İyi Seyirler...

2 Mayıs 2013 Perşembe

Samuel L. Jackson'ı Nasıl Bilirsiniz???

Son zamanlarda nereye baksam Samuel L. Jackson'ı görmeye başladım. Beyefendi tüm iyi filmlerin ya başrollerini kapıyor, ya da yardımcı erkek oyuncu rollerini. Üstelik hepsinin altında rahatlıkla kalkıyor.

S.W.A.T.

Mesela yıllar önce izlediğim S.W.A.T (Özel Tim)'i dün TV'de denk gelince yine izledim. İlk izlediğimde filmi beğenmiştim ama dün “Ben bu filmi nasıl beğen mişim?” diye şaşırdım. Bir kere film pek çok konuda kalmış. Senaryosundaki boşluklar var. Yönetmenliğinde de bir sürü çekim hatasına rastlanıyor, hem de daha ilk izleyişte yakalanan türden. Oyunculuk desen, sıradan bir aksiyon filminin gerektirdiği kadar. Özel tim elemanlarının yaşam öyküleri ve karakter analizleri fena değil. Ama uçuk olmadığını söylemeden geçemeden geçemeyeceğim. Neyse, o kadarcık çılgınlık kabul edilebilir. Filmin aksiyon sahneleri ve polisiye kurguları oldukça güçlüdür. Zaten filmin topu topu iki güçlü yönü var: biri bu, biri de Samuel L. Jackson. Ve bu iki güçlü yön, S.W.A.T 2'in de çekilmesini sağlayan en önemli iki özelliktir. (S.W.A.T. 2 de bir şeye benzemiyor ya, neyse:)))
SHAFT
İkinci olarak “Shaft'”ı izledim. Hem de ilk defa. Niye ilk defa biliyor musunuz? Çünkü güvendiğim bir sinema sever bana filmin çok kötü olduğunu, izlemeye değmez olduğunu söylemişti. İzledim, gerçekten kötüymüş. Karmakarışık ve sıradan bir aksiyonmuş. Christian Bale da kötü adam rolüne hiç oturmamış. Filmin tek güçlü yanı ne mi? Samuel L. Jackson. Beyefendi bütün filmi sırtında taşımış.
 STAR WARS EPISODES 1-2-3
Beyefendinin Star Wars Episode 1-2-3'te oynadığı Mace Windu karakteri çok iyi bir karakterdi. S.L. Jackson, evrenin askerleri olan Jedi Konseyine cuk oturan bir karizmaya sahipti. Az ama isabetli konuşan ağırbaşlı bir konsey üyesiydi. Genç padavana bir türlü güvenemiyordu ve hiç de haksız sayılmazdı. O endişe yüzüne her an yansıyordu, ta ki ölene kadar. Sonunda da korktuğu başına gelmişti zaten.  O son sahnesi izlemeye değerdi doğrusu.
AVENGERS 
E tabi bir de Avengers var. Şahsen S.H.I.E.L.D.'ın kurucusu Nick Fury için daha uygun birini düşünemiyorum. Ses tonu ve karizması, kurucu lider Fury karakteri için çok uygundu. Avengers filminin devamı gelecek gibi duruyor. Çünkü filmin sonu evrenin gelişmiş ırkı Skrull'ların ilave görüntüsü ile bitmişti. Yani kısmetse beyefendiyi ikinci filmde de izleyeceğiz. (Bu arada Avengers serisi çekilmeye devam edecek olursa geleceğin Fury'sinin Denzel Washington ya da Cuba Gooding Jr. olacağını tahmin ediyorum.)
Neticede bu aralar Samuel L. Jackson izlemek hoşuma gidiyor. Shaft'ı ve SWAT'ları tavsiye etmiyorum ama diğer filmlere bir tekrar atın derim.

Hayata İyi Seyirler...

1 Mayıs 2013 Çarşamba

"Acımasız Tanrı" Kime Acısın???

5 yıl önce ilk çocuğumuzun erkek olduğunu öğrendiğimizde, erkek kardeşimin yorumu şu olmuştu: "Oh be, iyi ki erkek olacak. Kız olsa bunlar o kızı prenses gibi yetiştirirler. "Kızımız Pelinsu, piyano kursuna gidiyor" deyip insanı deli ederler. Oğulları olsun da bir konu komşudan özür dilemek zorunda kalsınlar. Oh olsun!"
Sonra bu konu kendi aramızda epeyce alay konusu olmuştu. Geçen zaman içerisinde iki oğlumuz oldu ama bir Pelinsu'muz olmadı. Ve evde iki süper kahramanla (biri Thor, biri Örümcek Adam) yaşamak zorunda kalan biz, her gün konu komşudan özür dilemek zorunda kalıyoruz.

Bu iş pek çok kişinin daha başına geliyor ki filmi yapılmış:)))

2011 yapımı "Acımasız Tanrı" (Carnage) adlı filme bir bakalım. Film, sonradan görme Cowen Ailesinin orta direk Longstreet Ailesini ziyaret etmek zorunda kalmasıyla başlar. Zira Cowen'ların 11 yaşındaki oğlu, parkta oyun oynadığı eski sınıf arkadaşı Ethan Longstreet'le kavga etmiş ve Ethan'ın iki dişini kırmıştır. Cowenların özür amaçlı yaptığı ziyaret başlangıçta olgunca sürer. Ancak ziyaretin ilerleyen saatleri hiç de beklendiği gibi gitmez. Asıl mesele bir anda unutulur ve bu iki aile, iki aile olmaktan çıkar. Bir anda dost düşman birbirine girer. Olay önce iki çocuğun kavgasıyken daha sonra kadın erkek savaşına, bir süre sonra zengin fakir savaşına, daha sonra evli bekar savaşına, daha sonra Amerikalı Afrikalı savaşına, sonra haklı haksız savaşına........ ve böylece konu döner de döner.  

4 kişilik bir grup insan kendi aralarında kaç korelasyon kurabilirler? 5,10, 120? Aklınıza kaç korelasyon geliyorsa hepsinin de kullanıldığı bir film sizin anlayacağınız :))

Filmde görsel efekt yok. Muhteşem dekorlar, kalabalık kadrolar, göz alıcı makyajlar yada albüm tadında soundtrackler de yok. Sırf laf ve sırf oyunculuk var. Hatta o kadar ki dört tane başrol oyuncusu var. Christoph Waltz, Kate Winslet, Jodie Foster ve John Reilly... Hepsi de birbirinden başarılı .Çok sade, ama çok güzel Dört çatlak insan nasıl ustaca bir arayaya getirilmiş hayret doğrusu. Üstelik çok kısa bir buçuk saat bile değil.

Mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.

Hayata İyi Seyirler...

Bir "Suikastçi" Filmi Daha ???

Bizim yerli çevirmenler tüm filmlerin adına "Suikastçi" diyor. Alakası olsun olmasın. Bu yüzden Google'da "Suikastçi Film" gibi bir şey yazsanız 70 çeşit film ve dizi çıkıyor karşınıza. Artık buna bir dur deseler iyi olacak.

İşte Türkiye'de o adla vizyona girmiş bir film daha. 2007 yapımı "Suikastçi" (War) filmine bir bakalım. Ajan Chang ve Ajan Crawford (Jason Statham) iki ortak ve iki iyi arkadaş olarak görev yapan FBI çalışanlarıdırlar. İkisi Çin mafyasının peşini kovalamaktadırlar. Chang, mafyanın ani bir baskını sonucu karısı ve kızıyla birlikte öldürülür. Katil ise estetik operasyonla yüzünü değiştirip elini kolunu sallayarak ortalıkta dolaşmaya devam eder. Ajan Crawford, ortağının öldürülmesini hazmedemez ve üç yıl boyunca katili arar. Crawford, bir taraftan ameliyatı yapan cerrahı tespit etmeye çalışırken diğer taraftan yakaladığı her kiralık katilin gözlerinden katili teşhis etmeye çalışır. Crawford nihayet katili bulur. Ancak katili yakalamak hiç de kolay olmayacaktır. Zira katil mafyanın en azılı tetikçisi olan Rogue'dur (Jet Li)

Film bu kadarla da bitmiyor. Son 10 dakikasına kadar sıradan bir aksiyon olan film, son 10 dakikada reytingini bir kaç puan yükseltiyor. Çok mükemmel bir film olduğunu söyleyemeyeceğim ama izlenmeyecek gibi de değil. Sadece bir kez izlemeniz yeterli. Çevirip çevirip bir daha izlenecek film değil.

Vaktiniz varsa izleyin. Keyif alırsınız.

Hayata İyi Seyirler...